Yılmaz Erdoğan'ın kızına yazdığı şiiri okuduğumda yirmili yaşlarımdaydım. Bir babanın evladını sevmesini bilmediğim için belki "içimin gülen yüzü" ne demek hiç anlamamıştım. Sen bu şiiri bilmiyorsun henüz. Çünkü yarın yedi yaşına gireceksin; yani bir şiir bilebilmek için çok küçüksün. Ama bir babanın -ve annenin- evladını sevmesi, çok sevmesi ne demektir, bunu iyi bilerek büyüyorsun.
"Berfinim, içimin gülen yüzü" diye başlıyor o şiir ve eğer o şiir çoktan yazılmış olmasaydı ben bu yazıyı "Denizim, içimin gülen yüzü" diye başlatabilirdim çünkü artık biliyorum, insan birini nasıl bu kadar sever. İçi nasıl güler bir insanın varlığı ile. Birine baktıkça içindeki mutluluk nasıl çağlar. Çıkacak yer bulamayıp nasıl gözlerinden akar. Biliyorum. Seni kucağıma verdikleri o an öğrendim. Minicik ellerine, açamadığın gözlerine, bir şeyi öper gibi öne uzattığın dudaklarına baktığım anda. Artık bana gelmeyi başardığını fark ettiğim o anda. Seninle zor bir yolculuktan gelmiştik. Ulaştığımız yeri belki o yüzden çok sevdim. Senin gücünü, inadını, azmini gördükçe korkularımı, tereddütlerimi, telaşımı nereye saklayacağımı bilemediğim günlerden sonra pembe bir bulut olarak kucağımda yatıyordun ve ben sana baktıkça içimden sadece gülerek ağlamak geliyordu.
Bu tuhaf bir şey.
Bilmiyorum yolculuğumuzda biriktirdiklerim miydi yoksa kendi yolculuğumda biriktirdiklerim mi, o kahkahalarla gözlerimden akan yaşların ne olduğunu bilmiyorum. Ama ilk fotoğrafımızda yaptığım o zafer işaretinde zafer senindi. Sen var gücünle direnerek bana geldin. Beni büyüterek, beni iyileştirerek kendi yaşamını kuruyorsun şimdi de. Seni izlemek o kadar güzel ki. Sana baktıkça hissettiğim şeyleri keşke anlatabilsem. Ama bunları anlatabilecek kelime öbeğini bir türlü bulamıyorum. Yalnızca seni çok sevebilmeyi ve bunu sana durmadan söylemeyi, göstermeyi becerebiliyorum. Elimden bu geliyor. İçimin gülen yüzü. Seni içi gülen bir yetişkin olarak görmek tek dileğim. Bir gün "direnmeme değdi" demeni çok isterim.
Denizim.
Aslan kızım.
Güçlü kızım.
Savaşçı kızım.
İyi ki doğdun.
İyi ki bizi bırakmadın.
İyi ki her muayene öncesi "acaba orada mı, bizimle mi hala" diyerek girdiğimiz o odadan bizi mutluluktan ağlayarak çıkarttın. İyi ki -vaktinden önce gelmiş olsan da- yaşama tutunmayı başardın.
Sana doğduğun güne kadar hiçbir şey alamadığım için, bir yandan bırakıp gitme diye çırpınırken bir yandan da buna inanmadığım ve bizi bırakıp gideceğini düşündüğüm için özür dilerim.
Sonrasında elini hiç bırakmadım. Elini hiç bırakmayacağım.
Annen.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Fikrinizi paylaşın