Her "Bebek" doğduğunda bir "Anne" doğar.

Bu Blogda Ara

Beylikdüzü Mekanları

Işığını Takip Edenler

Beylikdüzü Anaokulu

Bumerang - Yazarkafe

Haziran 08, 2016

Her çocuk üstün yeteneklidir - Bahar Eriş Röportajı

Sevgili Bahar Eriş'i, kitabı "Her çocuk üstün yeteneklidir" çıktığından beri hayranlıkla takip ediyorum. Çocuklar hakkındaki düşüncelerimizin örtüştüğünü düşünüyor ve bu nedenle de kendisine yakınlık duyuyorken bir yazısında bahsettiği "Flow- Akışta olmak" konusu beni inanılmaz cezbetti ve içten içe beslediğim tanışma isteği daha da arttı. Enerjisini ve düşüncelerini kendime yakın bulduğum insanları bir şekilde yaşamıma çektiğimi ve eninde sonunda yollarımızın kesiştiğini düşünüyorum. Bu kez de öyle oldu ve Bahar Eriş ile tanışma, karşılıklı kahve içme ve aşağıda okuyacağınız harika sohbeti etme şansını buldum. Hani böyle hayal ettiğiniz şey, hayal ettiğinizden daha güzel olur ya, öyle bir gündü. 

Kısıtlı bir vakit ayırabilmişti Bahar Hanım ve Deniz annesini hiç tanımadığı bu kadına kaptırmaya niyetli değildi dolayısıyla konuşmamam için ağzımı tutmak da dahil olmak üzere ilgimi Bahar Eriş'ten geri almak için elinden geleni yaptı. Buna rağmen tam bir "Flow" anıydı bu sohbet benim için.

Paylaşmaktan çok mutlu olduğum bu röportajı aktarıyorum sizlere ancak önce biraz Bahar Eriş kimdir, ondan bahsedeyim; 



Dr. Bahar Eriş, çocuklarda yetenek gelişimi ve üstün yetenek eğitimi üzerine odaklanmış bir akademisyen ve yazardır.

1998-2000 döneminde Fulbright Bursu ile ABD’ye gitmiştir. New York Columbia Üniversitesi Teachers College’de, Üstün Yetenek Eğitimi Programı’nda master eğitimini tamamlamıştır. 2005 yılında aynı bölümden Ed. D. (Eğitim Doktoru) diplomasına hak kazanmıştır. 2000-2004 yıllarında okul öncesi üstün yetenek eğitimi programlarında öğretmen olarak görev yapmıştır.

2004-2014 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde üstün yetenek eğitimi konusunda dersler vermiştir. 2015 Eylül ayından itibaren Bahçeşehir Üniversitesi Üstün Yetenekliler Eğitim Merkezi’nde Yardımcı Doç. Dr. olarak dersler vermektedir.

2014’ten bu yana çeşitli eğitim sitelerinde köşe yazıları yazmakta ve eğitim seminerleri vermektedir. Aynı zamanda profesyonel simultane çevirmen olan Eriş, Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü mezunu ve Türkiye Konferans Çevirmenleri Derneği üyesidir.




"Üstün yetenek ve üstün zeka derken aynı şeyden mi bahsediyoruz?"

Öncelikle, üstün yetenek ve üstün zekanın ne olduğu konusunda ortak bir görüş yok. O yüzden kafaların karışık olması son derece normal.

Bununla birlikte, üstün zeka dediğimizde genellikle kast edilen çocuğun zihinsel becerilerinin yaşıtlarına göre ileride olması demektir. Hızlı düşünme, çabuk kavrama, soyut düşünme gibi. Diğer bir deyişle, IQ testlerinden yüksek skor alanlara genellikle üstün zekalı tanısı konuluyor.

’Üstün yetenek’ ise, resim, müzik, spor gibi herhangi bir alanda özel bir yeteneğe sahip olmaktır. Burada yüksek IQ şart değil. Bir çocuk düşük IQ’lu olup üstün yetenekli olabilir.

Genellikle kullanılan terim üstün yetenek, çünkü üstün zihinsel yeteneği de kapsayan şemsiye terim kabul ediliyor.

Bir diğer tanıma göre de, zeka işlenmemiş potansiyel, yetenek ise potansiyelin performansa dönüşmüş hali.

Şu anda ülkemizde üstün zeka ve üstün yetenek kavramlarını içine alacak şekilde, resmi düzeyde geçerli olan kavram “özel yetenekli çocuklar”.

Bütün bu kavramları bir kenara bırakacak olursak, adı ister üstün zeka, ister üstün yetenek, ister özel yetenek olsun; yaşıtlarından bir ya da birkaç alanda gözle görülür düzeyde ileride olan ve aileden, çevreden akademik, sosyal, duygusal desteğe ihtiyacı olan çocuklardan söz ediyoruz.


"Aziz Sancar "Ben zekaya değil çalışmaya inanıyorum" diye bir açıklama yaptı geçtiğimiz günlerde. Sizce zeka ya da çaba birbiri olmadan işe yarar mı?"

Zeka, çaba olmadan bir işe yaramaz. Tavşan ve kaplumbağanın hikayesi buna iyi bir örnek. Diğer taraftan, bir kaplumbağa ne kadar çabalarsa çabalasın, bir tavşan gibi hızlı koşamaz. Zekasına güvenip çalışmayanlara göre, daha düşük zekada olup çok çalışanlar hayatta daha başarılı olabiliyor.

Sancar’ın çabaya vurgusu, çocuklarımızla iletişimimizde kullanacağımız bir mesaj olarak önemli. Son dönem araştırmalar, zekaya değil çabaya övgünün çocukların performansını arttırdığını net bir biçimde ortaya koyuyor.

Tersine, çocuklara sürekli zekisin demek performansı düşürüyor. Bir çocuğa kırk kere aptal dersen aptal olur deriz ya, çocuğa kırk kere zeki demek de çocuğu aptallaştırıyor.

Ayrıca “nöroplastisite” çalışmaları, beynin çalıştıkça güçlendiğini, yeni bağlantılar kurduğunu, bu sürecin ömür boyu devam ettiğini de gösteriyor.

Ancak bütün bunlar, herkesin eşit düzeyde çalışarak eşit sonuçlar elde edeceği anlamına gelmez. “Başarıda sadece genler önemlidir” demek ne kadar eksikse, “başarıda sadece çevresel etkiler önemlidir” demek de o kadar eksiktir.




"Ebeveynler genellikle "ya çocuğumun bir şeye yeteneği varsa ve farkında değilsem" diye düşünür. Yetenek ya da üstün zeka fark edilmemesi mümkün olan bir şey mi? Fark edilmezse mevcut yetenek ya da zekaya ne olur?"

Her şeyden önce bahsettiğiniz ebeveyn türü, genellikle yüksek sosyoekonomik düzeyden aileler. Düşük eğitim ve gelir düzeyinden ailelerin genellikle böyle endişeleri olmuyor. Orta üst eğitim ve gelir düzeyinden aile çocuğunu üstün zekalı ya da hiper aktif olarak tanımlarken, düşük eğitim ve gelirli aileler aynı çocuğa bakıp geri zekalı veya yaramaz diyor.  

Yetenek ve üstün zekanın fark edilmemesi elbette mümkün, bu daha çok düşük sosyoekonomik ortamlarda oluyor. Yeteneğin ortaya çıkması, zengin uyaranlara maruz olmakla mümkün. Örneğin müzik yeteneğinin ortaya çıkması için çocuğun müzikle, enstrümanlarla erken yaşta buluşması lazım. Satranç yeteneğinin ortaya çıkması için yine çocuğun bir noktada satranç tahtasıyla buluşması lazım. Bu farkındalık, daha çok orta üst eğitim ve gelir düzeyindeki ailelerde oluyor. Bu ailelerde de şöyle bir sorun var; çocuğun yaptığı, söylediği her şey üstün zeka işareti olarak algılanıyor. Ama elbette öyle olamaz, zaman kavramın içi boşalır. Biz, üstün yetenek derken, belli bir ya da birkaç alanda, yaşıtlarına göre gözle görülür düzeyde ileri olan çocuklardan söz ediyoruz. Bu konuda gerçekçi değerlendirme yapmak için de, o alandaki en iyilere bakıp karşılaştırma yapmak gerek.

Zeka ya da yetenek erkenden fark edilmezse, belli kritik pencereler kaçabilir. Yetenek her yaşta gelişebilir, ama belli bir yaştan sonra işler daha zorlaşıyor. Tabii bu hangi yetenek alanından bahsettiğimize bağlı olarak da değişebilir Örneğin, yazarlık yeteneği daha geç bir yaşta da ortaya çıkabilir, Harry Potter’ın yazarı J.K Rowling’de olduğu gibi. Ama örneğin spor alanında, bedensel kondisyon tepe noktasına daha genç yaşlarda ulaştığı için, belli bir yaştan sonra başlandığında yeteneğin performansa dönüşmesi için geç olabilir, ya da çok daha zor ve meşakkatli bir süreç olur.

Yetenek ve zekanın fark edilmesi, kişinin mutlu, ruhsal açıdan sağlıklı ve anlamlı bir hayat sürmesi için de önemli. Potansiyelini gerçekleştirmeyen bir organizma hasta olur diye bir söz var, bence doğru bir söz. Bu açıdan da çocukları gözlemleyip, ilgi ve yetenek alanlarının ne olduğunu anlayıp desteklemek önemli diye düşünüyorum.

"İstanbul'da üstün zekalı çocuklara yönelik tek devlet okulu "eğitimde fırsat eşitliği"ne sığmadığı gerekçesiyle kapatıldı, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce eğitimde eşitlik diye bir kavram olabilir mi ya da olmalı mı?"

Biz eğitimde fırsat eşitliğini yanlış anlıyoruz. Fırsat eşitliği, herkese aynı eğitimi vermek değildir. Herkese, ihtiyacı olan eğitimi vermektir. Çocuk sınıftaki herkesten daha hızlı anlıyor ve düşünüyor diye herkesle yanı sınıfta okuyor, sıkılıyor, duygusal ve sosyal sorunlar yaşıyor, potansiyelini gerçekleştiremiyorsa, bu çocuğu bu ortama mahkum etmek eşit fırsat diye savunulabilir mi? Herkese aynı eğitimi vermek, her hastaya aynı ilacı vermek demektir. Kanser olanla  nezle olana aynı tedaviyi verip vermek ve iyileşmesini beklemek ne kadar mantıklıysa, böyle bir eşitlik anlayışı da o kadar mantıklı. Herkese aynı tedaviyi birilerini ölüme mahkum etmektir. Zaten sınıflarda da birçok öğrencinin beyin ölümü gerçekleşiyor bu şekilde.

"Bir pazarlama dehası olan "zekayı geliştiren oyuncak ya da kitap" ibaresi ne derece doğru? Ticari bir söylem mi yoksa olmayan bir şey herhangi bir uyaranla ortaya çıkartılabilir mi? Ya da daha net sorayım, çocuk neyse o mudur yoksa olduğundan daha zeki olabilir mi?"

Beyin bir kas gibidir, çalıştırdıkça güçlenir. Yeni yeni bağlantılar oluşturur. Farelerle yapılan araştırmalar bile, zenginleştirilmiş ortamlara konulan farelerin daha zeki olduğunu gösteriyor. Zenginleştirilmiş ortamdan kasıt, daha çok oyuncağın ve uyaranın olduğu kafes ortamı. Dolayısıyla çocuğu farklı uyaranlarla buluşturmak zekasını elbette geliştirir.

Ancak zekayı geliştirmek için ticari çözümlere yönelmeye gerek yok. Çocukla oyun oynamak,  birlikte kitap okumak, çocukla konuşmak zekayı en çok geliştiren aktiviteler. 

Zekanın gelişmesi aktif bir süreçtir. Örneğin Baby Einstein diye zeka geliştirdiği iddia edilen videolar bir ara ABD’de çok popülerdi. Sonra böyle olmadığı anlaşılınca haklarında dava bile açıldı. TV karşısında pasif oturarak çocuğun zekası gelişmez...

Bu arada yapılan araştırmalara göre çocuğun zekasını en çok geliştiren şey, hayatın ilk 5 yılında aile içinde gerçekleşen diyaloğun miktarı ve kalitesi.

Zeka oyunları ile ilgili son bulgu da, bunların gerçekten fayda sağlaması için okuldaki müfredatlar bağlantılı yürümesi gerekiyor.



"Blogumda Ada'nın potansiyelinin fark edilme ve tanılanma hikayelerine yer verdiğim için bu konularda pek çok mail alıyorum, en sık sorulan soru "Nasıl fark ettiniz?" oluyor. Ben de size sorayım, çocukta üstün zeka ya da üstün yetenek kaç yaştan itibaren ve nasıl fark edilir?"

Çocuk 2-3 yaşlarından itibaren belli alanlara olan ilgisi ve tutkusunu belli etmeye başlar. Örneğin Fazıl Say’ın annesi daha küçücükken bütün müzik enstrümanlarını önüne dizmiş, o da en çok piyanoya ilgi göstermiş, annesi de oradan devam etmiş. O tutkuyu desteklemiş, sonra hocalar tutmuş, düzenli çalışma disiplinini yerleştirmiş.

Tabii burada çok önemli bir nokta, ailelerin çocuğun izinden ne kadar gittiği, çocuğa bir şeyi ne kadar empoze etmeye çalıştığıdır. Birçok aile hayatta kendi başaramadığı ya da kendi yapmak isteyip de olanak bulamadığı şeyleri çocuğunun yapmasını isteyebiliyor. Bu tehlikeli bir durum, çünkü çocuğun hangi alanda potansiyeli olduğunu bu şekilde saptayamayabilirsiniz. Çocuk ailenin gitmesini istediği yolda ilerleyip asla kendini gerçekleştiremeyebilir. Örneğin dans alanında yetenek potansiyeli taşıyan bir çocuk ailesi istiyor diye istemediği halde fen alanına itilebilir.

Tutkulu çalışma bir gün üstün yetenekle sonuçlanır; tutku da içten gelen bir şeydir, siz zorla bir çocuğun bir alana tutku duymasını sağlayamazsınız. Üstün yetenekli yetişkinlerin çocukluk dönemlerine dair araştırmalar, bu çocukların ailelerinin öncelikle çocuğun ilgi ve potansiyel alanının ne olduğunu tespit edip o alanda destek verdiğini gösteriyor. Yani çocuktan yola çıkarak, onun liderliğinde ilerleyeceksiniz. Bu birinci kural. Erken dönemde ailenin yapabileceği en iyi şey, çocuğu mümkün olduğunca farklı etkinlik, materyal, deneyimle buluşturmak. Daha sonra okula geçişte de öğretmenler çok büyük rol oynuyor. Ailenin çocuğunu tanıyıp öğretmene anlatması çok önemli. Her öğretmen bilinçli değil maalesef. Bazen de tam tersi, ailenin fark etmediği çocuğu öğretmen fark edebilir. Dolayısıyla aile ve öğretmen eğitimi son derece önemli ve maalesef son derece yetersiz düzeyde.


"Üstün" çocukların akademik olarak çok başarılı olacağı düşünülüyor aileler tarafından oysa eğitimcilerle görüşüldüğünde tam tersi olduğu söyleniyor. Akademik başarı ve zeka arasında bir bağ var mı? Her üstün çocuk başarılı olur mu?"

Bu yaygın bir yanlış. Üstün yetenek üstün başarıyla asla eş anlamlı değildir. Bu çocuklar çok başarısız olabiliyorlar. Buna yabancı literatürde “gifted underachievement” denir, “okul başarısı düşük üstün yetenekli çocuklar”. Çocuktan beklenen başarı düzeyi ile gerçekleşen başarı düzeyi arasındaki farkın açık olması anlamına gelir. Yaygın bir durum olduğu için özel bir inceleme alanıdır.

Bunun çeşitli nedenleri olabilir. En yaygın nedenler, çocuğun içinde bulunduğu okul ortamının yeteneklerini ortaya koymasına ve geliştirmesine olanak vermemesidir. Onun dışında çocuğun yeteneğini maskeleyen altta yatan bir öğrenme bozukluğu söz konusu olabilir. Bu çocuklarda düşük öz saygı, okula ve öğrenmeye karşı negatif bir tutum, düşük motivasyon, sebat edememe, hedefe yönelik çalışamama, yalnızlık, sınıf düzenini bozucu tutumlar ya da sınıftaki aktivitelere direnç gösterme gibi davranışlar görülebiliyor.

Bu elbette çok karmaşık ve çok boyutlu bir durum, her çocuğun durumu ayrı ayrı incelenip çocuğa uygun çözüm geliştirilmesi önemli. Öncelikle öğretmen aile işbirliği olması gerekir. Her iki taraf da çocukla ilgili ne biliyorlarsa ortaya dökmeliler. Çocuk hangi alanlarda olağanüstü bir yetenek sergiliyor, öğrenme stili nedir, güçlü ve zayıf yanları neler? Bu konuda aile ve öğretmen bilgiyi karşılıklı paylaşmalı.

Çocuğun başarısızlık sorununu gidermeye çalışırken her zaman güçlü yanlarına odaklanarak yola çıkmak önemli; eksiklerine odaklanmak durumu daha da kötüye götürür. Bunun ardından çocuk için bireyselleştirilmiş bir eğitim planı hazırlanabilir.


"IQ testlerinde "skor" olarak tanımlanan rakam neyi ifade eder? Gerçekten çok zeki olan birinin bu testlerde düşük skor yapması ya da tam tersi bir durum olabilir mi? Anlık ve cevapları başka birinin doğruları ile düzenlenmiş bir testle zeka ölçülebilir mi?"

Maalesef çoğu insan zeka ile IQ puanını aynı şey sanıyor. Ancak IQ skoru, zeka ile eş anlamlı değil. Zeka, bir test ile ölçülemeyecek kadar çok boyutlu ve karmaşık.

Testten yüksek puan alan bir çocuğun sözel ve matematiksel becerileri yaşıtlarından ileride olabilir. Dolayısıyla yüksek puan zihinsel yetenek ile ilgili önemli bir ipucudur. Ancak uzun vadede başarılı olmak için bu yeterli değildir. Yaratıcılık, takım çalışması, empati kurabilme, pratik düşünebilme, problem çözme, farklı fikirler arasında orijinal bağlantılar kurabilme... Bunlar bu yüzyılda başarılı olmak için olmazsa olmaz beceriler. Günümüzde yapılan zeka tanımları bu becerileri temel alıyor.

IQ testi bunların hangilerini ölçüyor? Hiç birini! Bu nedenle testten düşük puan alan, ama bu alanlarda yüksek becerileri olan çocuğun zeki olmadığına hükmetmek doğru olmaz, hatta haksızlık olur.

"Yeteneği tanımlarken "flow" diye bir kavramdan bahsediyorsunuz, ben bu kavramı başarının anahtarı olarak görüyorum, bilmeyenler için biraz bahsedebilir misiniz? Flow tam olarak nedir, 10 000 saat kuralı nedir, yetenek-tutku-çaba üçlemesi zekadan daha önemli bir başarı kriteri olabilir mi?"

İlgi ve tutku, üstün yeteneğin başlangıç noktası diyebiliriz. Bu ilginin, tutkunun keşfedilmesi için de tabii ki çocuğun en küçük yaşlardan itibaren her türlü deneyimle karşı kaşıya gelebilmesi gerekir. Müzik, bilim, spor, sanat, doğa, geziler, dans, sinema, tiyatro, aklınıza gelebilecek her türlü faaliyetle küçük yaştan itibaren karşı karşıya gelmek çok önemli.

Amerikalı ünlü film yönetmeni Quentin Tarantino'nun biyografisini okudum. Okuldan nefret ediyor,  öğretmen hiperaktif olduğunu düşünüyor ama annesi ilacı reddediyor. O da okulu bırakan dâhilerden. Quentin küçükken annesiyle birlikte pek çok şey yaparmış, ama  o kadar şey içinden en çok ilgisini çeken kitaplar ve sinemaymış, bütün gün odasına kapanıp film izleyebiliyormuş ya da sinemada günde 4-5 film izlediği zamanlar oluyormuş. Sonra ufak ufak kendi senaryolarını yazmaya başlamış. Bu aslında “flow” dediğimiz kendini kaybedercesine bir aktiviteye odaklanmak durumuyla da örtüşüyor. Zaten bunu yaptığınızda ister istemez bir konuda uzmanlaşıyorsunuz. Bunu yaparken yavaş yavaş çıtayı yükseltmek de önemli. Ek olarak dışardan teknik destek verilirse, aile de arkasında durursa, bambaşka düzeylere ulaşabilir.

Bir alanda üstün yeteneği olmayanlar da tutku ve azimle çok büyük başarılar elde edebilir. Kitapta buna örnek olarak Japonya'daki Suzuki keman okulunu anlattım. Üstün yetenek gökten zembille inen bir durum değil; sıkı çalışmayla çok ilgili. Buna benzer pek çok örnek var.
  
"Bütün ebeveynler çocuklarının "üstün" olduğunu düşünüyor ya da öyle olmasını istiyor ancak bu tanı hem çocuklar hem aileler için bir yük aslında. Sizin "tanılı" aileler için önerileriniz nedir? Çocuk nasıl yönlendirilmeli ya da yönlendirilmeli mi?"

Bunlar çok önemli ve güzel sorular. Cevabı çok uzun ve Her Çocuk Üstün Yeteneklidir kitabımda ayrıntılı olarak anlatıyorum.

Okurlara kitabı okumak için bir neden bırakalım isterseniz.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Fikrinizi paylaşın