Kısıtlı bir vakit ayırabilmişti Bahar Hanım ve Deniz annesini hiç tanımadığı bu kadına kaptırmaya niyetli değildi dolayısıyla konuşmamam için ağzımı tutmak da dahil olmak üzere ilgimi Bahar Eriş'ten geri almak için elinden geleni yaptı. Buna rağmen tam bir "Flow" anıydı bu sohbet benim için.
Paylaşmaktan çok mutlu olduğum bu röportajı aktarıyorum sizlere ancak önce biraz Bahar Eriş kimdir, ondan bahsedeyim;
Dr. Bahar Eriş, çocuklarda yetenek gelişimi ve üstün yetenek eğitimi üzerine odaklanmış bir akademisyen ve yazardır.
1998-2000 döneminde Fulbright Bursu ile ABD’ye gitmiştir. New York Columbia Üniversitesi Teachers College’de, Üstün Yetenek Eğitimi Programı’nda master eğitimini tamamlamıştır. 2005 yılında aynı bölümden Ed. D. (Eğitim Doktoru) diplomasına hak kazanmıştır. 2000-2004 yıllarında okul öncesi üstün yetenek eğitimi programlarında öğretmen olarak görev yapmıştır.
2004-2014 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde üstün yetenek eğitimi konusunda dersler vermiştir. 2015 Eylül ayından itibaren Bahçeşehir Üniversitesi Üstün Yetenekliler Eğitim Merkezi’nde Yardımcı Doç. Dr. olarak dersler vermektedir.
2014’ten bu yana çeşitli eğitim sitelerinde köşe yazıları yazmakta ve eğitim seminerleri vermektedir. Aynı zamanda profesyonel simultane çevirmen olan Eriş, Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü mezunu ve Türkiye Konferans Çevirmenleri Derneği üyesidir.
"Üstün yetenek ve üstün zeka derken aynı
şeyden mi bahsediyoruz?"
Öncelikle, üstün yetenek ve üstün
zekanın ne olduğu konusunda ortak bir görüş yok. O yüzden kafaların karışık
olması son derece normal.
Bununla birlikte, üstün zeka
dediğimizde genellikle kast edilen çocuğun zihinsel becerilerinin yaşıtlarına
göre ileride olması demektir. Hızlı düşünme, çabuk kavrama, soyut düşünme gibi.
Diğer bir deyişle, IQ testlerinden yüksek skor alanlara genellikle üstün zekalı
tanısı konuluyor.
’Üstün yetenek’ ise, resim, müzik, spor
gibi herhangi bir alanda özel bir yeteneğe sahip olmaktır. Burada yüksek IQ
şart değil. Bir çocuk düşük IQ’lu olup üstün yetenekli olabilir.
Genellikle kullanılan terim üstün
yetenek, çünkü üstün zihinsel yeteneği de kapsayan şemsiye terim kabul
ediliyor.
Bir diğer tanıma göre de, zeka
işlenmemiş potansiyel, yetenek ise potansiyelin performansa dönüşmüş hali.
Şu anda ülkemizde üstün zeka ve üstün
yetenek kavramlarını içine alacak şekilde, resmi düzeyde geçerli olan kavram
“özel yetenekli çocuklar”.
Bütün bu kavramları bir kenara bırakacak
olursak, adı ister üstün zeka, ister üstün yetenek, ister özel yetenek olsun;
yaşıtlarından bir ya da birkaç alanda gözle görülür düzeyde ileride olan ve
aileden, çevreden akademik, sosyal, duygusal desteğe ihtiyacı olan çocuklardan
söz ediyoruz.
"Aziz Sancar "Ben zekaya değil çalışmaya inanıyorum"
diye bir açıklama yaptı geçtiğimiz günlerde. Sizce zeka ya da çaba birbiri
olmadan işe yarar mı?"
Zeka, çaba olmadan bir işe
yaramaz. Tavşan ve kaplumbağanın hikayesi buna iyi bir örnek. Diğer taraftan,
bir kaplumbağa ne kadar çabalarsa çabalasın, bir tavşan gibi hızlı koşamaz. Zekasına güvenip çalışmayanlara göre, daha düşük zekada olup çok
çalışanlar hayatta daha başarılı olabiliyor.
Sancar’ın çabaya vurgusu,
çocuklarımızla iletişimimizde kullanacağımız bir mesaj olarak önemli. Son dönem
araştırmalar, zekaya değil çabaya övgünün çocukların performansını arttırdığını
net bir biçimde ortaya koyuyor.
Tersine, çocuklara sürekli zekisin
demek performansı düşürüyor. Bir çocuğa kırk kere aptal dersen aptal olur deriz
ya, çocuğa kırk kere zeki demek de çocuğu aptallaştırıyor.
Ayrıca “nöroplastisite” çalışmaları,
beynin çalıştıkça güçlendiğini, yeni bağlantılar kurduğunu, bu sürecin ömür
boyu devam ettiğini de gösteriyor.
Ancak bütün bunlar, herkesin eşit
düzeyde çalışarak eşit sonuçlar elde edeceği anlamına gelmez. “Başarıda sadece
genler önemlidir” demek ne kadar eksikse, “başarıda sadece çevresel etkiler
önemlidir” demek de o kadar eksiktir.
"Ebeveynler genellikle "ya çocuğumun bir şeye yeteneği
varsa ve farkında değilsem" diye düşünür. Yetenek ya da üstün zeka fark
edilmemesi mümkün olan bir şey mi? Fark edilmezse mevcut yetenek ya da zekaya ne
olur?"
Her şeyden önce bahsettiğiniz
ebeveyn türü, genellikle yüksek sosyoekonomik düzeyden aileler. Düşük eğitim ve
gelir düzeyinden ailelerin genellikle böyle endişeleri olmuyor. Orta üst eğitim
ve gelir düzeyinden aile çocuğunu üstün zekalı ya da hiper aktif olarak
tanımlarken, düşük eğitim ve gelirli aileler aynı çocuğa bakıp geri zekalı veya
yaramaz diyor.
Yetenek ve üstün zekanın fark
edilmemesi elbette mümkün, bu daha çok düşük sosyoekonomik ortamlarda oluyor.
Yeteneğin ortaya çıkması, zengin uyaranlara maruz olmakla mümkün. Örneğin müzik
yeteneğinin ortaya çıkması için çocuğun müzikle, enstrümanlarla erken yaşta
buluşması lazım. Satranç yeteneğinin ortaya çıkması için yine çocuğun bir
noktada satranç tahtasıyla buluşması lazım. Bu farkındalık, daha çok orta üst
eğitim ve gelir düzeyindeki ailelerde oluyor. Bu ailelerde de şöyle bir sorun
var; çocuğun yaptığı, söylediği her şey üstün zeka işareti olarak algılanıyor. Ama
elbette öyle olamaz, zaman kavramın içi boşalır. Biz, üstün yetenek derken, belli
bir ya da birkaç alanda, yaşıtlarına göre gözle görülür düzeyde ileri olan
çocuklardan söz ediyoruz. Bu konuda gerçekçi değerlendirme yapmak için de, o
alandaki en iyilere bakıp karşılaştırma yapmak gerek.
Zeka ya da yetenek erkenden fark
edilmezse, belli kritik pencereler kaçabilir. Yetenek her yaşta gelişebilir,
ama belli bir yaştan sonra işler daha zorlaşıyor. Tabii bu hangi yetenek
alanından bahsettiğimize bağlı olarak da değişebilir Örneğin, yazarlık yeteneği
daha geç bir yaşta da ortaya çıkabilir, Harry Potter’ın yazarı J.K Rowling’de
olduğu gibi. Ama örneğin spor alanında, bedensel kondisyon tepe noktasına daha
genç yaşlarda ulaştığı için, belli bir yaştan sonra başlandığında yeteneğin
performansa dönüşmesi için geç olabilir, ya da çok daha zor ve meşakkatli bir
süreç olur.
Yetenek ve zekanın fark edilmesi,
kişinin mutlu, ruhsal açıdan sağlıklı ve anlamlı bir hayat sürmesi için de
önemli. Potansiyelini gerçekleştirmeyen bir organizma hasta olur diye bir söz
var, bence doğru bir söz. Bu açıdan da çocukları gözlemleyip, ilgi ve yetenek
alanlarının ne olduğunu anlayıp desteklemek önemli diye düşünüyorum.
"İstanbul'da üstün zekalı çocuklara yönelik tek devlet okulu
"eğitimde fırsat eşitliği"ne sığmadığı gerekçesiyle kapatıldı, bu
konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce eğitimde eşitlik diye bir kavram olabilir mi ya
da olmalı mı?"
Biz eğitimde fırsat eşitliğini
yanlış anlıyoruz. Fırsat eşitliği, herkese aynı eğitimi vermek değildir.
Herkese, ihtiyacı olan eğitimi vermektir. Çocuk sınıftaki herkesten daha hızlı
anlıyor ve düşünüyor diye herkesle yanı sınıfta okuyor, sıkılıyor, duygusal ve
sosyal sorunlar yaşıyor, potansiyelini gerçekleştiremiyorsa, bu çocuğu bu
ortama mahkum etmek eşit fırsat diye savunulabilir mi? Herkese aynı eğitimi
vermek, her hastaya aynı ilacı vermek demektir. Kanser olanla nezle olana aynı tedaviyi verip vermek ve
iyileşmesini beklemek ne kadar mantıklıysa, böyle bir eşitlik anlayışı da o
kadar mantıklı. Herkese aynı tedaviyi birilerini ölüme mahkum etmektir. Zaten
sınıflarda da birçok öğrencinin beyin ölümü gerçekleşiyor bu şekilde.
"Bir pazarlama dehası olan "zekayı geliştiren oyuncak ya
da kitap" ibaresi ne derece doğru? Ticari bir söylem mi yoksa olmayan bir
şey herhangi bir uyaranla ortaya çıkartılabilir mi? Ya da daha net sorayım,
çocuk neyse o mudur yoksa olduğundan daha zeki olabilir mi?"
Beyin bir kas gibidir,
çalıştırdıkça güçlenir. Yeni yeni bağlantılar oluşturur. Farelerle yapılan
araştırmalar bile, zenginleştirilmiş ortamlara konulan farelerin daha zeki
olduğunu gösteriyor. Zenginleştirilmiş ortamdan kasıt, daha çok oyuncağın ve
uyaranın olduğu kafes ortamı. Dolayısıyla çocuğu farklı uyaranlarla buluşturmak
zekasını elbette geliştirir.
Ancak zekayı geliştirmek için
ticari çözümlere yönelmeye gerek yok. Çocukla oyun oynamak, birlikte kitap okumak, çocukla konuşmak
zekayı en çok geliştiren aktiviteler.
Zekanın gelişmesi aktif bir
süreçtir. Örneğin Baby Einstein diye zeka geliştirdiği iddia edilen videolar
bir ara ABD’de çok popülerdi. Sonra böyle olmadığı anlaşılınca haklarında dava
bile açıldı. TV karşısında pasif oturarak çocuğun zekası gelişmez...
Bu arada yapılan araştırmalara
göre çocuğun zekasını en çok geliştiren şey, hayatın ilk 5 yılında aile içinde
gerçekleşen diyaloğun miktarı ve kalitesi.
Zeka oyunları ile ilgili son
bulgu da, bunların gerçekten fayda sağlaması için okuldaki müfredatlar bağlantılı
yürümesi gerekiyor.
"Blogumda Ada'nın potansiyelinin fark
edilme ve tanılanma hikayelerine yer verdiğim için bu konularda pek çok mail
alıyorum, en sık sorulan soru "Nasıl fark ettiniz?" oluyor. Ben de
size sorayım, çocukta üstün zeka ya da üstün yetenek kaç yaştan itibaren ve
nasıl fark edilir?"
Çocuk 2-3 yaşlarından itibaren
belli alanlara olan ilgisi ve tutkusunu belli etmeye başlar. Örneğin Fazıl
Say’ın annesi daha küçücükken bütün müzik enstrümanlarını önüne dizmiş, o da en
çok piyanoya ilgi göstermiş, annesi de oradan devam etmiş. O tutkuyu
desteklemiş, sonra hocalar tutmuş, düzenli çalışma disiplinini yerleştirmiş.
Tabii burada çok önemli bir nokta,
ailelerin çocuğun izinden ne kadar gittiği, çocuğa bir şeyi ne kadar empoze
etmeye çalıştığıdır. Birçok aile hayatta kendi başaramadığı ya da kendi yapmak
isteyip de olanak bulamadığı şeyleri çocuğunun yapmasını isteyebiliyor. Bu
tehlikeli bir durum, çünkü çocuğun hangi alanda potansiyeli olduğunu bu şekilde
saptayamayabilirsiniz. Çocuk ailenin gitmesini istediği yolda ilerleyip asla
kendini gerçekleştiremeyebilir. Örneğin dans alanında yetenek potansiyeli
taşıyan bir çocuk ailesi istiyor diye istemediği halde fen alanına itilebilir.
Tutkulu çalışma bir gün üstün
yetenekle sonuçlanır; tutku da içten gelen bir şeydir, siz zorla bir çocuğun
bir alana tutku duymasını sağlayamazsınız. Üstün yetenekli yetişkinlerin
çocukluk dönemlerine dair araştırmalar, bu çocukların ailelerinin öncelikle
çocuğun ilgi ve potansiyel alanının ne olduğunu tespit edip o alanda destek
verdiğini gösteriyor. Yani çocuktan yola çıkarak, onun liderliğinde
ilerleyeceksiniz. Bu birinci kural. Erken dönemde ailenin yapabileceği en iyi
şey, çocuğu mümkün olduğunca farklı etkinlik, materyal, deneyimle buluşturmak.
Daha sonra okula geçişte de öğretmenler çok büyük rol oynuyor. Ailenin çocuğunu
tanıyıp öğretmene anlatması çok önemli. Her öğretmen bilinçli değil maalesef.
Bazen de tam tersi, ailenin fark etmediği çocuğu öğretmen fark edebilir.
Dolayısıyla aile ve öğretmen eğitimi son derece önemli ve maalesef son derece
yetersiz düzeyde.
"Üstün" çocukların akademik
olarak çok başarılı olacağı düşünülüyor aileler tarafından oysa eğitimcilerle
görüşüldüğünde tam tersi olduğu söyleniyor. Akademik başarı ve zeka arasında
bir bağ var mı? Her üstün çocuk başarılı olur mu?"
Bu yaygın bir yanlış. Üstün
yetenek üstün başarıyla asla eş anlamlı değildir. Bu çocuklar çok başarısız olabiliyorlar.
Buna yabancı literatürde “gifted underachievement” denir, “okul başarısı düşük
üstün yetenekli çocuklar”. Çocuktan beklenen başarı düzeyi ile gerçekleşen başarı
düzeyi arasındaki farkın açık olması anlamına gelir. Yaygın bir durum olduğu
için özel bir inceleme alanıdır.
Bunun çeşitli nedenleri olabilir.
En yaygın nedenler, çocuğun içinde bulunduğu okul ortamının yeteneklerini
ortaya koymasına ve geliştirmesine olanak vermemesidir. Onun dışında çocuğun
yeteneğini maskeleyen altta yatan bir öğrenme bozukluğu söz konusu olabilir. Bu
çocuklarda düşük öz saygı, okula ve öğrenmeye karşı negatif bir tutum, düşük motivasyon, sebat edememe, hedefe yönelik çalışamama, yalnızlık, sınıf düzenini
bozucu tutumlar ya da sınıftaki aktivitelere direnç gösterme gibi davranışlar
görülebiliyor.
Bu elbette çok karmaşık ve çok
boyutlu bir durum, her çocuğun durumu ayrı ayrı incelenip çocuğa uygun çözüm
geliştirilmesi önemli. Öncelikle öğretmen aile işbirliği olması gerekir. Her
iki taraf da çocukla ilgili ne biliyorlarsa ortaya dökmeliler. Çocuk hangi
alanlarda olağanüstü bir yetenek sergiliyor, öğrenme stili nedir, güçlü ve
zayıf yanları neler? Bu konuda aile ve öğretmen bilgiyi karşılıklı paylaşmalı.
Çocuğun başarısızlık sorununu
gidermeye çalışırken her zaman güçlü yanlarına odaklanarak yola çıkmak önemli;
eksiklerine odaklanmak durumu daha da kötüye götürür. Bunun ardından çocuk için
bireyselleştirilmiş bir eğitim planı hazırlanabilir.
"IQ testlerinde "skor" olarak tanımlanan rakam neyi
ifade eder? Gerçekten çok zeki olan birinin bu testlerde düşük skor yapması ya
da tam tersi bir durum olabilir mi? Anlık ve cevapları başka birinin doğruları
ile düzenlenmiş bir testle zeka ölçülebilir mi?"
Maalesef çoğu insan zeka ile IQ
puanını aynı şey sanıyor. Ancak IQ skoru, zeka ile eş anlamlı değil. Zeka, bir
test ile ölçülemeyecek kadar çok boyutlu ve karmaşık.
Testten yüksek puan alan bir
çocuğun sözel ve matematiksel becerileri yaşıtlarından ileride olabilir.
Dolayısıyla yüksek puan zihinsel yetenek ile ilgili önemli bir ipucudur. Ancak
uzun vadede başarılı olmak için bu yeterli değildir. Yaratıcılık, takım
çalışması, empati kurabilme, pratik düşünebilme, problem çözme, farklı fikirler
arasında orijinal bağlantılar kurabilme... Bunlar bu yüzyılda başarılı olmak
için olmazsa olmaz beceriler. Günümüzde yapılan zeka tanımları bu becerileri
temel alıyor.
IQ testi bunların hangilerini
ölçüyor? Hiç birini! Bu nedenle testten düşük puan alan, ama bu alanlarda
yüksek becerileri olan çocuğun zeki olmadığına hükmetmek doğru olmaz, hatta
haksızlık olur.
"Yeteneği tanımlarken "flow" diye
bir kavramdan bahsediyorsunuz, ben bu kavramı başarının anahtarı olarak
görüyorum, bilmeyenler için biraz bahsedebilir misiniz? Flow tam olarak nedir,
10 000 saat kuralı nedir, yetenek-tutku-çaba üçlemesi zekadan daha önemli bir
başarı kriteri olabilir mi?"
İlgi ve tutku, üstün yeteneğin
başlangıç noktası diyebiliriz. Bu ilginin, tutkunun keşfedilmesi için de tabii
ki çocuğun en küçük yaşlardan itibaren her türlü deneyimle karşı kaşıya
gelebilmesi gerekir. Müzik, bilim, spor, sanat, doğa, geziler, dans, sinema,
tiyatro, aklınıza gelebilecek her türlü faaliyetle küçük yaştan itibaren karşı
karşıya gelmek çok önemli.
Amerikalı ünlü film yönetmeni
Quentin Tarantino'nun biyografisini okudum. Okuldan nefret ediyor,
öğretmen hiperaktif olduğunu düşünüyor ama annesi ilacı reddediyor. O da okulu
bırakan dâhilerden. Quentin küçükken annesiyle birlikte pek çok şey yaparmış,
ama o kadar şey içinden en çok ilgisini çeken kitaplar ve sinemaymış,
bütün gün odasına kapanıp film izleyebiliyormuş ya da sinemada günde 4-5 film
izlediği zamanlar oluyormuş. Sonra ufak ufak kendi senaryolarını yazmaya
başlamış. Bu aslında “flow” dediğimiz kendini kaybedercesine bir aktiviteye
odaklanmak durumuyla da örtüşüyor. Zaten bunu yaptığınızda ister istemez bir
konuda uzmanlaşıyorsunuz. Bunu yaparken yavaş yavaş çıtayı yükseltmek de
önemli. Ek olarak dışardan teknik destek verilirse, aile de arkasında durursa,
bambaşka düzeylere ulaşabilir.
Bir alanda üstün yeteneği
olmayanlar da tutku ve azimle çok büyük başarılar elde edebilir. Kitapta buna
örnek olarak Japonya'daki Suzuki keman okulunu anlattım. Üstün yetenek gökten
zembille inen bir durum değil; sıkı çalışmayla çok ilgili. Buna benzer pek çok
örnek var.
"Bütün ebeveynler çocuklarının
"üstün" olduğunu düşünüyor ya da öyle olmasını istiyor ancak bu tanı
hem çocuklar hem aileler için bir yük aslında. Sizin "tanılı" aileler
için önerileriniz nedir? Çocuk nasıl yönlendirilmeli ya da yönlendirilmeli mi?"
Bunlar çok önemli ve güzel
sorular. Cevabı çok uzun ve Her Çocuk Üstün Yeteneklidir kitabımda ayrıntılı
olarak anlatıyorum.
Okurlara kitabı okumak için bir
neden bırakalım isterseniz.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Fikrinizi paylaşın