Dediler ki en az birkaç matematik sorusu çözmeden
girebileceğin hiçbir bölüm yok. Dedim ki, ben bulurum. Yetenek sınavıyla
öğrenci alan bölümleri bu nedenle araştırmaya başladım.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Bölümü,
Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Anabilim Dalını da böyle keşfettim. 13
yaşımdayken Bakırköy Belediye Tiyatrolarının yaz okuluna katılmış ve oradaki
dramaturg Sibel Arslan Yeşilay’ın karizmasına, bilgi birikimine hayran
olmuştum. Bölüm de yazılı ifade yeteneği, yabancı dilden çeviri ve sözlü
mülakattan oluşan 3 aşamalı bir sınavla alıyordu, eh tam bana göreydi. Ailem
önce şiddetle karşı çıktı. Oradan mezun olup ne olacaksın? Senin tuzun kuru
değil, neyle geçineceksin ve benzeri hepimizin bildiği sorular... Sonra bölüme
sadece 10 kişinin alınacağını öğrenince nasıl olsa kazanamaz diye düşünerek gir
bakalım dediler. Ve kazandım. Çok da severek okudum ve bugün de asla pişman
değilim bu seçimden.
Konu 2001 yılında mezuniyetle birlikte meslek seçimine geldiğindeyse,
şu kuru olmayan tuz konusu epeyce kafamı meşgul etti. Ve yazarak para
kazanmanın yolu ne olabilir sorusuna cevap olarak reklam yazarı olmaya karar
verdim. Meslek seçerken motivasyonun, sahip olduğuna inandığın bir yeteneği
paraya nasıl çevireceğin sorusundan geliyorsa o motivasyon çok uzun sürmüyor
doğal olarak. Kadrolu ve serbest yazar olarak toplam 12 yıl reklam yazarlığı
yaptım. 20’nin üstünde ödüllü yaratıcı projenin içinde yer aldım. Ama yolun bir
noktasında o kaçınılmaz sorular geldi: Peki ben bu kadar mıyım? Benden bu kadar
mı var? Ben gerçekten sadece bunları yapmaya mı geldim bu dünyaya? Bu soruları
sormak Alice’in düştüğü tavşan deliğinden düşmek gibi. Cevapları vermeden o
delikten çıkmak mümkün değil.
İşte benim kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve psikolojiyle
ilgili eğitimlere koşa koşa gidişim o delikten çıkmak, sorularıma cevap,
kendime huzur bulmak için başladı. Bilinçaltının çalışma prensipleri,
çocuklukta yerleşen çekirdek inanç kalıplarından özgürleşmek, rüya
sembolizması, mitolojinin psikolojiyle bağı, arketipler, ezoterik öğretiler,
şamanik şifa gibi konularda birçok eğitim aldım ve kendi kaygı durumumu
yönetebilmek adına da nefes teknikleri ve meditasyon öğrendim. Bu içine
girdiğim yeni dünya beni o kadar büyüleyip heyecanlandırmıştı ki iş yerimde ya
da evde, eşimin dostumun, annemin yakasına yapışıp öğrendiklerimi zorla paylaşmaya
çalışıyordum. Seçimlerimizi aslında nasıl yapıyormuşuz biliyor musun, bak
beynimiz şöyle çalışıyormuş, biz işte hep beta beyin dalgasından yayın yaptığımız
için stresliyiz, bak ben meğer uykudaymışım da şimdi uyanıyorum, haydi sen de
uyan diye konularla hiç ilgilenmeyen insanları dürterken buldum kendimi. Bunu
fark edince de yeni yolumun ne olacağı kendini göstermeye başladı.
2011 yılında
University of Hollistic Theologies adlı merkezi Boston’da bulunan bir
üniversitenin uzaktan eğitim programına katıldım ve meditasyon eğitmenliği
sertifikamı aldım. Reklam yazarlığına serbest olarak devam ederken bir yandan
da meditasyon eğitimleri tasarlayıp sunmaya başladım. Tasarlayıp sunmaya
başladım diyorum ama benim için o kadar kolay değildi. Eğitimlerden önce
kendimi sakinleştirmek için çalışıyordum. Performans kaygısından bağırsakları
bozulan bir meditasyon eğitmeni olur muydu? Olurdu :) Çünkü bu benim yolumda
korkuyu yok etmek değil, korkuya rağmen harekete geçmenin önemini öğrendiğim
bölüm oldu. Her eğitimden önce “İnşallah kimse kaydolmaz da iptal olur” deyip
hepsinin sonunda “Şükürler olsun ki bu yolu seçmişim” diye çıktım. O insanların
hepsi meditasyonu günlük hayatlarının bir parçası haline getirdi mi? Muhtemelen
hayır. Ama ben hepsine bir şekilde dokunabildiğimi, iç dünyalarında bir
şeylerin değişmesine vesile olabildiğimi ve oradan bir deneyimle
çıkabildiklerini gördükçe içim genişliyordu. Katılımcılarla birbirimizi
zenginleştiriyorduk ve ben çok şey öğrenmeye başladığımı fark ettim.
Bu konuda nasıl daha fazla derinleşebilirim diye düşündüm ve
koçluk eğitimlerini araştırmaya başladım. Yani ben koçluk eğitimimi aslında
eğitmenlik alanında bir adım daha ilerlemek niyetiyle aldım. Ama daha ilk
modülde koçluk ve eğitmenliği kol kola götürmek istediğimi anladım. Flow Coaching International’da ICF
onaylı koçluk eğitimimi tamamladım.
Yıllarca farkındalık geliştirmek için eğitimden eğitime
koşmuştum. Ama ilk defa “peki şimdi bu farkındalıkla ne yapacaksın?” şeklinde,
zihniyet değişimini eyleme çevirme konusunda metotlar öğreniyordum. Ve anladım
ki insan farkındalığıyla yıllarca oturduğu yerde oturmaya devam edebilir.
Üstelik bu otomatik viteste gittiği günlerden daha da rahatsız edici olabilir.
Kendinde dönüşmeye ihtiyaç olan alanları net görüp bu konuda harekete geçememek
ve geçsen de kalıcılığı sağlayamamak kadar huzursuz edici bir durum yoktur
herhalde. Benim için kendi ışığımı takip etmek aslında gerçek anlamda bu
noktada başladı. Çünkü evren düşünceyi değil hareketi alkışlıyor gerçekten de.
Ve seçim yapıp harekete geçmek, kısa, orta ve uzun vade hedeflerini önüne koyup
aksiyon adımlarını belirlemek, o adımları atmak için kim olmaya ihtiyacın
olduğunu görmek, hangi değerlerini daha fazla yaşatmak için o adımları atmayı
seçtiğini bilmek, hangi güçlü yanlarından destek alacağını fark etmek... Bütün
bunlar daha tatminkar bir yaşamın anahtarlarıydı.
Flow’daki eğitimin ardından farklı bir koçluk ekolünün
yaklaşımını da görmek istedim ve Adler International’ın iki liderinden özel
mentorluk seansları aldım. Bu seanslarda benim için en sihirli sorular şöyle
başlayan sorular oldu: “Sende ne
değişirse bunu gerçekleştirebilirsin?” “Sen
kendinde neyi öğrenirsen bunu başarabilirsin?” Aslında hedefimiz ne olursa
olsun içimizdeki dönüşüm yolculuğu esas olan. Kendimizde öğrenmeye ihtiyacımız
olanları öğrendiğimizde, hedeflere giden yolda atmamız gereken adımları daha
kolay atabiliyoruz.
İşte ben bu öğretiyi atölye çalışmalarımın da özü yapmaya
niyet ettim. Hangi araçlarla hangi konuları çalışıyor olursak olalım kendimizin
en yüksek versiyonuna bir adım daha yaklaşalım istedim. Çünkü bence insanoğlu
için en üzücü durum, bu dünyaya gelirken getirdiği hediyeleri, yeteneklerini
hayata geçiremeden yaşamın sonlanması durumu. Bu yüzden web sitemin ana
sayfasında Wayne Dyer’in çok sevdiğim bir sözü karşılıyor siteye girenleri:
“İçindeki müzik hala çalıyorken ölme.” Herkesin bir müziği, eşsiz bir parmak
izi, sadece o kişinin yapabileceği bir iş var. Ve işte benim ışığım bunların
açığa çıkmasına vesile olmak için çalışmak, öğrendiklerimi bu amaçla paylaşmak.
Şu anda da bire bir koçluk çalışmalarıma devam ederken
dışavurumcu yazı teknikleriyle dönüşüm, içsel kahramanı uyandırmak, yaratma
cesareti, öz şefkat, öz kabul, kendini gerçekleştirmek, bilinçli farkındalık,
yaşamın güzelliklerine odaklanmak, kaygıyı yönetmek ve kendi güç alanında
durmak konularında atölye çalışmaları, seminerler sunuyorum. Her seansta ve her
eğitimde ben de kendi içimdeki müziği duyuyorum ve bunun için şükranla
doluyorum. Öğrenci arketipi benim içimdeki hala en güçlü arketip. Bu nedenle
öğrenciliğim de hiç bitmeyecek. Önce kendimi sonra çalışmalarımı beslemek,
zenginleştirmek için yeni araçlar, yeni yaklaşımlar öğrenmeye, araştırmaya
devam ediyorum. Bu yolculukta kendi ışığının peşinde olan insanlarla
karşılaşmaktan da heyecan duyuyorum.
Selvin Arıhan
selvin@selvinarihan.com