Her "Bebek" doğduğunda bir "Anne" doğar.

Bu Blogda Ara

Beylikdüzü Mekanları

Işığını Takip Edenler

Beylikdüzü Anaokulu

Bumerang - Yazarkafe

Mart 01, 2017

Işığını Takip Edenler: Selvin Arıhan

Sevgili Selvin'in yazım dili zaten harika. Tek bir virgülüne dahi dokunmadan yayınlıyorum "Işığını Takip Etme" hikayesini;


Dediler ki en az birkaç matematik sorusu çözmeden girebileceğin hiçbir bölüm yok. Dedim ki, ben bulurum. Yetenek sınavıyla öğrenci alan bölümleri bu nedenle araştırmaya başladım.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Bölümü, Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Anabilim Dalını da böyle keşfettim. 13 yaşımdayken Bakırköy Belediye Tiyatrolarının yaz okuluna katılmış ve oradaki dramaturg Sibel Arslan Yeşilay’ın karizmasına, bilgi birikimine hayran olmuştum. Bölüm de yazılı ifade yeteneği, yabancı dilden çeviri ve sözlü mülakattan oluşan 3 aşamalı bir sınavla alıyordu, eh tam bana göreydi. Ailem önce şiddetle karşı çıktı. Oradan mezun olup ne olacaksın? Senin tuzun kuru değil, neyle geçineceksin ve benzeri hepimizin bildiği sorular... Sonra bölüme sadece 10 kişinin alınacağını öğrenince nasıl olsa kazanamaz diye düşünerek gir bakalım dediler. Ve kazandım. Çok da severek okudum ve bugün de asla pişman değilim bu seçimden.

Konu 2001 yılında mezuniyetle birlikte meslek seçimine geldiğindeyse, şu kuru olmayan tuz konusu epeyce kafamı meşgul etti. Ve yazarak para kazanmanın yolu ne olabilir sorusuna cevap olarak reklam yazarı olmaya karar verdim. Meslek seçerken motivasyonun, sahip olduğuna inandığın bir yeteneği paraya nasıl çevireceğin sorusundan geliyorsa o motivasyon çok uzun sürmüyor doğal olarak. Kadrolu ve serbest yazar olarak toplam 12 yıl reklam yazarlığı yaptım. 20’nin üstünde ödüllü yaratıcı projenin içinde yer aldım. Ama yolun bir noktasında o kaçınılmaz sorular geldi: Peki ben bu kadar mıyım? Benden bu kadar mı var? Ben gerçekten sadece bunları yapmaya mı geldim bu dünyaya? Bu soruları sormak Alice’in düştüğü tavşan deliğinden düşmek gibi. Cevapları vermeden o delikten çıkmak mümkün değil.

İşte benim kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve psikolojiyle ilgili eğitimlere koşa koşa gidişim o delikten çıkmak, sorularıma cevap, kendime huzur bulmak için başladı. Bilinçaltının çalışma prensipleri, çocuklukta yerleşen çekirdek inanç kalıplarından özgürleşmek, rüya sembolizması, mitolojinin psikolojiyle bağı, arketipler, ezoterik öğretiler, şamanik şifa gibi konularda birçok eğitim aldım ve kendi kaygı durumumu yönetebilmek adına da nefes teknikleri ve meditasyon öğrendim. Bu içine girdiğim yeni dünya beni o kadar büyüleyip heyecanlandırmıştı ki iş yerimde ya da evde, eşimin dostumun, annemin yakasına yapışıp öğrendiklerimi zorla paylaşmaya çalışıyordum. Seçimlerimizi aslında nasıl yapıyormuşuz biliyor musun, bak beynimiz şöyle çalışıyormuş, biz işte hep beta beyin dalgasından yayın yaptığımız için stresliyiz, bak ben meğer uykudaymışım da şimdi uyanıyorum, haydi sen de uyan diye konularla hiç ilgilenmeyen insanları dürterken buldum kendimi. Bunu fark edince de yeni yolumun ne olacağı kendini göstermeye başladı.




2011 yılında University of Hollistic Theologies adlı merkezi Boston’da bulunan bir üniversitenin uzaktan eğitim programına katıldım ve meditasyon eğitmenliği sertifikamı aldım. Reklam yazarlığına serbest olarak devam ederken bir yandan da meditasyon eğitimleri tasarlayıp sunmaya başladım. Tasarlayıp sunmaya başladım diyorum ama benim için o kadar kolay değildi. Eğitimlerden önce kendimi sakinleştirmek için çalışıyordum. Performans kaygısından bağırsakları bozulan bir meditasyon eğitmeni olur muydu? Olurdu :) Çünkü bu benim yolumda korkuyu yok etmek değil, korkuya rağmen harekete geçmenin önemini öğrendiğim bölüm oldu. Her eğitimden önce “İnşallah kimse kaydolmaz da iptal olur” deyip hepsinin sonunda “Şükürler olsun ki bu yolu seçmişim” diye çıktım. O insanların hepsi meditasyonu günlük hayatlarının bir parçası haline getirdi mi? Muhtemelen hayır. Ama ben hepsine bir şekilde dokunabildiğimi, iç dünyalarında bir şeylerin değişmesine vesile olabildiğimi ve oradan bir deneyimle çıkabildiklerini gördükçe içim genişliyordu. Katılımcılarla birbirimizi zenginleştiriyorduk ve ben çok şey öğrenmeye başladığımı fark ettim.

Bu konuda nasıl daha fazla derinleşebilirim diye düşündüm ve koçluk eğitimlerini araştırmaya başladım. Yani ben koçluk eğitimimi aslında eğitmenlik alanında bir adım daha ilerlemek niyetiyle aldım. Ama daha ilk modülde koçluk ve eğitmenliği kol kola götürmek istediğimi anladım. Flow Coaching International’da ICF onaylı koçluk eğitimimi tamamladım.




Yıllarca farkındalık geliştirmek için eğitimden eğitime koşmuştum. Ama ilk defa “peki şimdi bu farkındalıkla ne yapacaksın?” şeklinde, zihniyet değişimini eyleme çevirme konusunda metotlar öğreniyordum. Ve anladım ki insan farkındalığıyla yıllarca oturduğu yerde oturmaya devam edebilir. Üstelik bu otomatik viteste gittiği günlerden daha da rahatsız edici olabilir. Kendinde dönüşmeye ihtiyaç olan alanları net görüp bu konuda harekete geçememek ve geçsen de kalıcılığı sağlayamamak kadar huzursuz edici bir durum yoktur herhalde. Benim için kendi ışığımı takip etmek aslında gerçek anlamda bu noktada başladı. Çünkü evren düşünceyi değil hareketi alkışlıyor gerçekten de. Ve seçim yapıp harekete geçmek, kısa, orta ve uzun vade hedeflerini önüne koyup aksiyon adımlarını belirlemek, o adımları atmak için kim olmaya ihtiyacın olduğunu görmek, hangi değerlerini daha fazla yaşatmak için o adımları atmayı seçtiğini bilmek, hangi güçlü yanlarından destek alacağını fark etmek... Bütün bunlar daha tatminkar bir yaşamın anahtarlarıydı.

Flow’daki eğitimin ardından farklı bir koçluk ekolünün yaklaşımını da görmek istedim ve Adler International’ın iki liderinden özel mentorluk seansları aldım. Bu seanslarda benim için en sihirli sorular şöyle başlayan sorular oldu: “Sende ne değişirse bunu gerçekleştirebilirsin?” “Sen kendinde neyi öğrenirsen bunu başarabilirsin?” Aslında hedefimiz ne olursa olsun içimizdeki dönüşüm yolculuğu esas olan. Kendimizde öğrenmeye ihtiyacımız olanları öğrendiğimizde, hedeflere giden yolda atmamız gereken adımları daha kolay atabiliyoruz.





İşte ben bu öğretiyi atölye çalışmalarımın da özü yapmaya niyet ettim. Hangi araçlarla hangi konuları çalışıyor olursak olalım kendimizin en yüksek versiyonuna bir adım daha yaklaşalım istedim. Çünkü bence insanoğlu için en üzücü durum, bu dünyaya gelirken getirdiği hediyeleri, yeteneklerini hayata geçiremeden yaşamın sonlanması durumu. Bu yüzden web sitemin ana sayfasında Wayne Dyer’in çok sevdiğim bir sözü karşılıyor siteye girenleri: “İçindeki müzik hala çalıyorken ölme.” Herkesin bir müziği, eşsiz bir parmak izi, sadece o kişinin yapabileceği bir iş var. Ve işte benim ışığım bunların açığa çıkmasına vesile olmak için çalışmak, öğrendiklerimi bu amaçla paylaşmak.




Şu anda da bire bir koçluk çalışmalarıma devam ederken dışavurumcu yazı teknikleriyle dönüşüm, içsel kahramanı uyandırmak, yaratma cesareti, öz şefkat, öz kabul, kendini gerçekleştirmek, bilinçli farkındalık, yaşamın güzelliklerine odaklanmak, kaygıyı yönetmek ve kendi güç alanında durmak konularında atölye çalışmaları, seminerler sunuyorum. Her seansta ve her eğitimde ben de kendi içimdeki müziği duyuyorum ve bunun için şükranla doluyorum. Öğrenci arketipi benim içimdeki hala en güçlü arketip. Bu nedenle öğrenciliğim de hiç bitmeyecek. Önce kendimi sonra çalışmalarımı beslemek, zenginleştirmek için yeni araçlar, yeni yaklaşımlar öğrenmeye, araştırmaya devam ediyorum. Bu yolculukta kendi ışığının peşinde olan insanlarla karşılaşmaktan da heyecan duyuyorum.

Selvin Arıhan

selvin@selvinarihan.com