"İnsanın karakteri yaşamıdır" derler. Bunu çok doğru bulurdum. Öğrendiğim günden beri aklımdan çıkmayan nadir sözlerdendir. Fakat öğrenmem gereken daha önemli bir şey varmış ki; insanın yaşamı değiştiğinde, karakteri de o yöne doğru değişiyormuş.
Yaşam pek çok şekilde değişebilir ama zannediyorum ki en deli değişim "Çocuk"la oluyor. Anne ya da baba olmak fark ediyor mu bilmiyorum ama, yaşamımdaki en "değişik değişikliğin" Ada'dan sonra olduğunu söyleyebilirim. Kaldı ki, öyle rutinsever bir insan da değilim. Alışkanlıklar beni boğar. Bu sebepledir ki hayatımda sürekli bir takım değişiklikler olurdu.
Ya da ben öyle zannediyormuşum.
Hiç bir zaman anı kurtarma peşinde olan bir insan olmamıştım. Çözüm odaklı çalışırdım hep ve bu başarılı bir iş hayatı olarak yansıdı yaşamıma. Ada'nın bende değiştirmeye başladığı şeylerden biri bu. Anı kurtarmayı öğrenme çabam şu sıralar beni en fazla yoran şey. Çözüm odaklı olamıyorsun zira çocuk dediğin her an büyüyen, her an değişen ve her an gelişen bir şey. Çözdüğünü zannettiğin bir şey bumerang misali, üstelik daha da büyümüş ve daha da kördüğüm olmuş olarak geri dönebiliyor sana.
Hiç bir zaman kriz yönetmeyi öğrenmeme gerek kalmadı, zira risk yönetimi konusunda eğitimliydim. Önceden sez, önlemini al ve savuştur. Hayatta pek çok artısı oldu bunun bana. Gel gör ki şu anki hayatımda bunun hiç bir hükmü yok. O kadar anlık ki olabilenler, bunu önceden sezmek için Nostradamus'un çırağı falan olman gerekiyor! Geliyorum diye bağıran krizler dışındakiler önlem alabileceğin, strateji geliştirebileceğin bir süre bırakmıyor.
Hiç bir zaman sabırlı bir insan olamadım. Olmasını istediğim şeyin, olmasını istediğim zamanda olabilmesi için elimden geleni yaptım ve oldu. Tabii ki şimdiye kadar. Bundan sonrası benim elimde değil çünkü. Evden çıkabilmek için kırk beş dakika kapının önünde bekleyebilen bir sabır küpüyüm ben artık.
Çok dakik bir insandım. Kaçırdığım bir toplantı, atladığım bir doğum günü, geciktiğim bir randevu asla olmamıştı. Şimdiye kadar tabi. Saat üçte bir yerde olmak gerekiyorsa, saat ikide orada olacakmışsın gibi düşünmen gerekiyor. O aradaki bir saati bitip tükenmeyen eve dönüşler, "son bir kez oynayayım bırakacağım"lar, "bu şortu giymeyeceğim"ler, tuvalet, su, ayakkabı...için ayırıyorsun ve buna rağmen saat dörtte ancak yetişebiliyorsun gideceğin yere.
Bir şeyi ikiden fazla tekrarlamayı sevmem. Sevmezdim. Hala sevmiyorum fakat papağan gibi her gün aynı şeyleri tekrarlamaya devam ediyorum. "Sandalyede ayakta duramazsın" "Su bardağının içine ellerini sokma" "Duvarlar değil kağıtlar çizmek için" Hiç bitmeyen kendini tekrarlar.
Çocuk yetiştirmek komplike bir işmiş. Bildiğim, gördüğüm, tahmin ettiğim gibi değil.
Ada büyüyor, o büyüdükçe ben değişiyorum. Hiç bilmediğim bir "ben"i tanıyorum, değişmez zannettiğim yönlerimin nasıl değiştiğini görüyorum. Yetiştireceğimi düşündüğüm çocuğun beni nasıl yetiştirdiğini görüyorum.