İsabelle Fillizoat, Denemediğim Yol Kalmadı kitabına başlarken solmuş bir saksı çiçeğini azarlayan bir insanın resmini çizer: "Senin için yaptığım bunca şeyden sonra bana böyle mi teşekkür ediyorsun? Bir kaç gün merdivenin altında kal da aklın başına gelsin!"
Kurumakta olduğu için bir çiçeği suçlamak kulağa çok saçma geliyor değil mi? Ya da çiçeğe kurumaması için eğitim vermek? Suyu nasıl kullanacağını, güneş ışıklarını nasıl kullanacağını, nasıl fotosentez yapacağını anlatmak?
Yeterli suyu, güneşi, havayı sağlamadığınız sürece çiçeği bilinçlendirmek, bulunduğu ortamı iyileştirmediğiniz, solmasına neden olan faktörleri ortadan kaldırmadığınız sürece ne çiçeği kurtaracak ne de size bir faydası olacak. Bunu başkalarının size söylemesini beklemeden akıl edebilirsiniz. Sorun çiçekte değildir. Sorunu mağdur olanı bilinçlendirmekle ortadan kaldıramazsınız. Sorunu meydana getiren unsurları yok etmeniz gerekir.
Tıpkı tacize, tecavüze uğramasın diye çocuğunuzu eğiterek onu tacizden tecavüzden koruyamayacağınız gibi. Ortalıkta dönüp duran "benim bedenim" "iyi dokunuş-kötü dokunuş" videoları ancak taciz durumu gerçekleşmeden önce ya da sonra çocuğun ne yaşadığını anlamasına yardımcı olur. Bir de belki size anlatabilmesine. Ancak yapmak istediğimiz çocuğun ne yaşadığını anlamasını sağlamak değil. Bunu yaşamamasını sağlamak. Bunun için de artık kriz yönetimini bırakıp risk yönetimine başlamak gerekiyor. Yani kriz anında ne yapılması gerektiği üzerine çalışmayı bırakıp krizi ortaya çıkartan riskleri anlayıp bunu ortadan kaldırmaya çalışmak.
Bunun için çözüm hadım ya da idam değil. Öncelikli olarak anlamamız gereken bu. Çünkü insanlar suç unsuru değildir. İnsanları ortadan kaldırarak suç unsurunu ortadan kaldıramazsınız.
Bazılarının dürtülerini kontrol etmek zorunda kalmasının -ya da bunu tercih etmesinin- nedeni toplum baskısı ve yasalardır. Dürtü yok değildir ancak kişi -sonuçlarından korktuğu / kaçındığı için- bunu bastırmak zorunda kalır.
Fakat bizim toplumumuzda giderek suçluya değil mağdura yönelik bir toplum baskısı oluşmakta. Bunun hepimiz farkındayız. Eğer reşit biri tacize / tecavüze uğramışsa "ne giymiş?" "saat kaçmış?" "tahrik etmiş mi?" soruları ile, eğer tacize / tecavüze uğrayan çocuksa "anası-babası neredeymiş?" "çocuğu oraya neden göndermişler?" sorgulamalarıyla vakit kaybediyor, suçta mantık aramaya çalışıyoruz. Avukatlar suçlunun az ceza alabilmesine yönelik araştırmalara girişiyor. Yasada açık var mı, emsal dosya var mı birbirlerine danışıyor, mahkeme iyi hal indirimi peşine düşüyor...
Ne toplum korkusu ne yasa korkusu kalıyor ortada. Ne de dürtüleri kontrol etmeye çalışmak için bir sebep.
Bunun için öncelikle kendi dilimizi, kendi bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor. Kadının o saatte neden orada olduğunu, ne giydiğini sorgulamayı bırakmamız, "benim olmazsan taciz ederim" "ya benimsin ya toprağın" sözlerini normal karşılamamamız, medyanın "aşk cinayeti" "davetkar giysi" söylemlerini normalleştirmememiz, dizilerde, filmlerde tacizin/ tecavüzü meşrulaştırılmasına izin vermememiz gerekiyor. Oğlanları "çok canlar yakacak" diye büyütmememiz, bunu söyleyenlere tepki vermemiz gerekiyor. Kendini değiştirmeden dünyayı değiştiremezsin, bunu anlamamız gerekiyor.
Sonra yasalardan, tacizi, tecavüzü "bir kereden bir şey olmaz" olarak gören yasa koyuculardan idam değil yasaların düzeltilmesini talep etmek gerekiyor. Ayrıca Amerika'da yapılan bir araştırma sonucunda idam cezasının ya da cezaların arttırılmasının suç işleme oranlarında bir değişikliğe neden olmadığı ortaya konmuş durumda.
Yukarıda gördüğünüz tabloda, idam cezası olan eyaletlerdeki (yeşil) suç oranları ve olmayan eyaletlerdeki suç oranları (açık yeşil) karşılaştırılmış. Görüldüğü gibi idam cezası olan eyaletlerde suç oranları daha fazla. Bunun nedeni idamın suçu durduracak yeterlilikte olmayışı.
Cambridge Üniversitesinin 1999 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, cezanın suçu durdurabilme etkisinin bazı şartlara bağlı olduğu ortaya çıkmış. Bu şartlar:
1- Cezanın bilgi dahilinde olması.
2- Cezanın kişiye bir anlam ifade etmesi. (hapis cezasının etkili olabilmesi için kişinin özgürlüğüne değer veriyor olması ya da aynı mantıkla kişinin idamdan korkması için yaşamına değer veriyor olması)
3- Cezanın uygulanacağına duyulan güven.
4- Yakalanma ihtimaline karşı güven - güvensizlik
olarak özetlenebilir. Yani Türkiye'de idam cezasının gelmiş olmasının suç oranlarına etkisinin olmayacağını anlayabilmek için yalnızca bu maddelere bakmak bile yeterli. Kızdığı karısına "çeker vururum üç gün yatar çıkarım" diyebilen insanların idamdan korkma olasılığı var mı bu şartlar değişmediği sürece?
İdam cezasının, tecavüz suçunun mağdurun ailesi tarafından örtülme ihtimali çok yüksek, avukatlar tarafından kollanma ihtimali çok yüksek, mahkemede indirim alma ihtimali çok yüksek bir ülkede bir hastalık (pedofili) neticesinde kontrol yeteneğini kaybetmiş suçluya bir anlam ifade etmeyeceğini anlayabilmek için bu iki araştırmayı bilmek yeterli.
Diğer tartışılan ceza ise kimyasal hadım. Oysa hadım yalnızca cinsel fonksiyonu ortadan kaldırıyor. Dürtü olduğu gibi kalıyor. Sonuç olarak bu kişiler başka alet edevat kullanarak bu amaçlarını gerçekleştiriyor. Kaldı ki pedofili yalnızca erkeklerin yaşadığı bir hastalık değil.
Mağduru ya da suçluyu bir tarafa koyarak (suçlu tabii ki cezasını çekmeli) suç unsuru üzerinde durmak gerekiyor aslında.
Yastıktan, yorgandan, kaynanasından, annesinin diz kapağından, damacanadan tahrik olmaya müsait nesiller yetişmemesi için ne yapılması gerek araştırılması gereken bu. Çocuklarımızın "kendine dokundurmaması için" değil "başkalarına dokunmaması için" neler yapmalıyız anlamamız gereken bu.
Tecavüzün cinsel açlık, kendi bedeni ve başka bedenlere saygı göstermeme, kendi yaşamına ve başka yaşamlara değer vermeme sonucu ortaya çıktığını görmemiz gerekiyor artık ve sevgili Aziz Nesin'in dediği gibi: "Çocuklara iyi bir dünya bırakmak kadar dünyaya iyi çocuklar bırakmaya" çabalamamız.
Tek tek suçluları öldürerek suçun önüne geçilmez. Yapılması gereken suçun kendisini yok etmek.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Fikrinizi paylaşın