Her "Bebek" doğduğunda bir "Anne" doğar.

Bu Blogda Ara

Beylikdüzü Mekanları

Işığını Takip Edenler

Beylikdüzü Anaokulu

Bumerang - Yazarkafe

Şubat 22, 2019

Eğer kadın çalışmıyorsa...

İnstagram üzerinden yürüttüğüm #babalarsahaya paylaşımlarının yorumlarında sıklıkla "eğer kadın çalışmıyorsa" şartı ile başlayan cümleler okuyorum. Babalar sahaya çıkmalı, iş bölümü yapılmalı, iki kişinin paylaşmaya karar verdikleri yaşamın sorumluluğunu da iki kişi paylaşmalı evet; ama bir şartla: "eğer kadın çalışmıyorsa."

Bu cümlede kastedilen "kadının ev dışında -maddi getirisi olan- bir iş yapmıyor oluşu" tabii ki zira eğer evi çekip çeviren başka bir kadın yoksa kadının "çalışmıyor" olması pek mümkün değil. Bu sıkıntının ana kaynağı da ev içi emeğin her zaman göz ardı edilmesi. Kadın bunu görevi olarak gördüğü için göz ardı ediyor, erkekse eğer bunun için belli bir ücret ödemiyorsa böyle bir emeğin olduğunun farkında bile değil çoğu zaman zira evde kalan kişi "sabahtan akşama kadar ne yapıyor ki?"


Bir evin günlük iş yükünün "çalışma" kapsamına alınmıyor olması büyük bir mesele elbette. Ancak "büyük anlatı" bu meseleyi öyle güzel kamufle etmiş ki kadınlar bile iki kişinin yaşadığı hayatın ev işi yükünü tek kişinin paylaşmamasının tek şartının ücretli iş yükünü de iki kişinin paylaşması olduğunu düşünüyor. Yine bu tür bir paylaşım tartışmasında bir genç "erkek" arkadaşın yazdığı gibi "ev işi yapmak istemiyorlarsa onlar da bir zahmet çalışsınlar!" düşüncesi hem kadın hem erkek için hakim bir düşünce yani...

Peki bahsettiğimiz bu ev içi emeğin tek "sorun" olan kısmı bedensel olan kısmı mı, bir düşünelim... Yani "bir zahmet çalıştığımızda" bu sorun ortadan kalkıyor mu?

Pek sıklıkla bahsettiğim "Baumeister'in Benlik Kaynakları Teorisi" ile başlayacağım yine. Öz-kontrol için harcanan çabanın diğer alanlar için harcanan çabayı tüketmesi ve hormonal dengeyle oynaması nedeniyle insana kendisini olduğundan daha çaresiz ve yorgun hissettirmesi... Bir kadının -özellikle de anne olduktan sonra- öz-kontrol mekanizmasını ne kadar sıklıkla kullandığını düşünelim. Kadınsan gülme, yüksek sesle konuşma, kibar ol, ölçülü davran yani sürekli kendini kontrol altında tutmaya çalış. Hele evliysen. "Evli barklı kadına yakışır mı bu hareketler?" Çocuğa karşı ise toplumun yarattığı "mükemmel anne" rolünü oynamak için aşırı bir kontrol çabası. Sonuçta hiç bir şey yapmasan bile kendini kontrol etmeye çalışırken benlik kaynaklarının bir kısmını harcamış oluyorsun. 

Çalışan kadının hem "evli barklı bir kadın" olarak iş yerindeki rolüne uygun davranmaya çalışması hem "çalışan annenin zavallı evladı" olmasın diye çocuğun yaşamının her alanında var olmaya çalışması hem de evinin düzenini "kendisi varmışçasına" sürdürmeye çalışması hiçbir şey yapmasa bile zihinsel olarak kendini yorgun hissetmesine neden oluyor çünkü toplumun kadından beklediği bu üç rol -hanım hanımcıklık, fedakar analık ve titiz ev kadınlığı- zihnin arka planında sürekli olarak çalışıyor. Büyük anlatının dışına çıkmaksa insanlar için hem zor hem mutsuzluk verici. İnandırıldığı hikayenin dışında kalmak "yapamıyor olduğunu" hissettirdiği için psikolojik olarak yıpratıyor.

Sonra yine yazılarımda sıkça bahsettiğim Zeigarnik Etkisi var; bunu cep telefonunuzda arkada çalışan uygulamaların telefonunun pilini tüketmesi gibi düşünebilirsiniz. Tıpkı o uygulamalar gibi yarım kalmış her şey; yıkanacak çamaşırlar, tezgahtaki bulaşıklar, çocuğun öğleden sonraki veli toplantısı.... sizin benlik kaynağınızı kullanıyor.

Ardından "karar alma yorgunluğu" var zira evin çekip çevrilmesi, çocuğun okulu, doktoru, kocanın toplantıda giyeceği mavi gömleğin ütülü olması "çalışıyor olsa dahi" kadının halen birincil sorumluluğu. "Ekonomik sorumluluğu" üstlendiği için kadın "çalışmıyorken" etliye sütlüye karışmadığını iddia eden erkek, kadın çalışıyorken de karışmıyor zira bunlar "onun görevi değil." 

Erkek, örneğin yemek yapmayı "karın doyurmaya yarayan ve ocakta bir şeylerin karıştırılması ile olup bitiveren bir şey" olarak gördüğü için arkasındaki mekanizmaya bir türlü akıl erdiremiyor -ya da erdirmek istemiyor- Her gün o masaya konacak besleyici ve doyurucu menünün arkasındaki planlama ve karar alma yorgunluğu kadınların çok iyi bildiği o sıkıntılı soru aslında: "akşama ne pişireyim?" Ve bu soru çoğunluğun zannettiği gibi "çalışma" ile ortadan kalkmıyor. Yemek yapmanın kendisi yarım saat sürebilir ancak evdeki bireylerin yediği-yemediği gıdanın planlaması, sağlıklı bir beslenme için bir haftada tüketilmesi gereken gıdaların planlanması, malzemelerin planlanması.... gibi ön hazırlık safhalarını da birilerinin yapması gerekiyor. Hatta çocuklar okula gidiyorsa çocukların okul menüsü ile evdeki menünün çakışmaması için ayrı bir çalışma bile gerekebiliyor kimi zaman. 

Aynı şekilde çamaşırların kirli sepetinde toplanması, yıkama ve ütüleme gününün -haftanın geri kalan işlerini aksatmayacak biçimde (örneğin çocuklar okula gidiyorsa cuma akşamı mutlaka çamaşır yıkanmış olmalı ki pazartesiye okul giysileri hazır olabilsin) planlanması da başka bir zihinsel emek gerektiriyor. 

Bunların dışında varsa çocukların doktor randevularının takip edilmesi, okul toplantılarının takip edilmesi, ihtiyaçlarının -pek çok baba çocuklarının hangi beden kıyafet giydiğinden habersiz olabiliyor- takip edilmesi ve giderilmesi, çocuklar hasta olduğunda evdeki bakım... Bunlar kadın maddi getirisi olan bir iş yapsa da yapmasa da kadının sorumluluğunda. 

Ortak yaşamın tüm planlamasını yaparak zihinsel olarak çalıştığında fiziksel olarak çalışanın sen olup olmaması zannedildiği kadar büyük bir fark yaratmıyor insanın hayatında. Belki biraz zaman tasarrufu yaratıyor olabilir. 

Dolayısıyla öncelikle kadınların "eğer çalışmıyorsa (m)" yanılgısından kurtulması gerekiyor zira erkeğin maddi olarak üstlendiği ortak yaşam sorumluluğunun zihinsel kısmını kadın üstlendiğine göre geriye kalan fiziksel kısmın eşit olarak paylaştırılmasında bir sakınca yok

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Fikrinizi paylaşın