Her "Bebek" doğduğunda bir "Anne" doğar.

Bu Blogda Ara

Beylikdüzü Mekanları

Işığını Takip Edenler

Beylikdüzü Anaokulu

Bumerang - Yazarkafe

Şubat 19, 2011

Duygusal Şiddet Fiziksel Şiddet Kadar Zararlı!


Beyin gücü, endişe doğuracak bir durumla karşılaştığında, "yararlan ya da vazgeç" tepkisini doğuruyor. Ailelerinden sevgi ve destek gören bebeklerde, yaşamlarında ihtiyaç duyacakları sinirsel bağlantılar eksiksiz gelişiyor. Ya bu desteği göremeyenler? Zihinsel ve bedensel gelişimlerini, sağlıklı akranları gibi tamamlayabiliyorlar mı, yoksa sonuç daha mı derin?

Şiddetle ve yoksunluklarla yaşamak zorunda kalan bebeklerin ve çocukların, henüz konuşmayı bilmedikleri ya da çevrelerinde olup biteni anlamadıkları için, kötü koşulların verdiği zarardan etkilenmedikleri düşünülebilir. Ancak, araştırmalar tam tersini gösteriyor. Liberya'da savaş alanlarında yetişen, Filistin'de sokaklardaki şiddete tanıklık eden, Saray-Bosna'da savaşın dramıyla doğan, kendi başlarının çaresine bakmaları için Doğu Avrupa'daki yetimhanelere bırakılan ve hatta gelişmiş ülkelerde, aile içinde her gün fiziksel saldırılarla büyüyen, şiddetin kurbanları çocuklar... Sağlıksız bir dünyaya kapı aralayan bu çocuklarla ilgili tahminler hiç de iç açıcı değil...

İngiltere'deki, tıp alanında otorite kabul edilen Royal Society of Medicine'ın en son yaptığı toplantıda, üç yaşındaki normal çocuklarla yoksunluklar içinde yetişen çocukların beyin yapıları, güçlü tarayıcılardan elde edilen görüntülerle karşılaştırıldı. Bu çalışma, Houston'da bulunan Çocuk Travması Akademisi (Child Trauma Academy) doktorlarından Dr. Bruce Perry tarafından gerçekleştirildi. Dr. Perry, Amerika'daki en az 5 milyon çocuğun, fiziksel ve ruhsal şiddetin kurbanı ya da tanığı olduğunu söylüyor. Çalışmasında incelediği bazı çocuklar, aileleri tarafından ürkütücü koşulların ortasına itilmiş: "Duygusal şiddet, bedenin ölümüyle sonuçlanmıyor, ruhu öldürüyor."

Buna benzer başka bir çalışmayı da, Amerika'da bulunan Wayne Eyalet Üniversitesi pediatri profesörlerinden Dr. Harry Chugani yaptı. Chugani, yetimhanelerde hiçbir sevgi ve ilgi görmeden büyüyen Romanyalı çocukların beyinlerini, gelişmiş tarama yöntemi olan PET (Positron Emission Tomografi) ile inceledi. Bu çocukların çoğu, bir kere bile sevgiyle okşanmadılar ya da kucağa alınmadılar. Taramalarda, çocukların beyinlerindeki frontal-temporal bölgelerin (kişiliğin oluşması, duyguların açığa vurulması ve düzenlenmesinden sorumlu bölge) gelişmediği ve bu bölümde çok küçük değişimlerin yaşandığı belirlendi.



Bilim adamları, yıllardır, zengin kaynaklara sahip bölgelerde yetişen hayvanların, yoksul bölgelerde yetişenlere göre daha büyük ve gelişmiş beyinlere sahip olduğunu bildiriyorlar. Dolayısıyla, Perry gibi uzmanlar, bunun insanlar için de geçerli olabileceğini öngörüyorlar. Ne olursa olsun, en azından şimdilik, çocukların olumsuz koşullardan kötü şekilde etkilendiklerini bizlere kanıtladığı için, gelişmiş tekniklere çok şey borçluyuz.

"Çocukların beyinlerindeki anormallik derecesinin bu kadar gözle görülür olacağını beklemiyordum" diyor Dr. Perry ve ekliyor "Bu talihsiz ve ihmal edilmiş çocukların, ki bazıları yaşamlarının ilk yıllarını karanlık odalarda ve kafeslerde geçirdiler, beyin gelişimleri çok farklı şekilde tamamlanacak..."
Doktor Perry, beynin kullanışa bağlı bir yolla ve deneyime uyumlu olarak geliştiğini, düzenlendiğini ve çalıştığını söylüyor. Doğru bir uyarımla (aile ya da rehber eğitmen tarafından), beyin ihtiyaç duyduğu bağlantıları yapıyor. Dr. Chugani bunun bir anayol sistemi gibi olduğunu söylüyor: "Trafiğin yoğun olduğu yollar genişliyor. Daha seyrek kullanılanlarda ise yapım-onarım çalışmalarına ihtiyaç duyuluyor..." Gerekli uyarımlar olmadığı takdirde, sinaptik bağlantılar (beyin mesajlarını taşıyan, sinirler arasındaki bağlantı noktaları, başka bir ifadeyle kavşaklar) işlevini yitiriyor.


Yanı sıra, onarım sürecinde çok dikkatli olmak gerekli. Perry, yanlış uygulamaların beynin gelişimi sırasında, sinir sisteminin düzenlenmesinde hayati rol oynadığını ve çocukluk dönemindeki tedavide yapılacak bir hatanın, beynin iletim sisteminde bozukluklara yol açacağını belirtiyor.
Sinapslar, doğumdan sonra ilk sekiz ayda biçimleniyor ve sayıları bu sürede 50 trilyondan 1 katrilyona yükseliyor. Bu, beynin kendini nasıl düzenlemesi gerektiğini öğrenmesi için kritik bir zaman. Çevresel bir uyarı olmadan biçimlenme işlemi gerçekleşemiyor. Neyse ki beynin bölümleri farklı zaman dilimlerinde gelişiyor, dolayısıyla ihmal edilme ya da stres anlarında şekillenmeye başlayan bölümlerde birtakım iyileştirmelere gitmek mümkün olabiliyor.


Perry, beynin farklı işlevleri için geçerli olan bu zaman dilimlerini, "fırsat pencereleri" olarak tanımlıyor. Eğer sinirler arasındaki bağlantılar bu kritik zaman diliminde gerçekleşmezse, bir daha gelişemiyor.

Görme duyusuyla ilgili sinapslar doğumdan sonraki 2-8. aylarda gelişiyor. Kataraktla doğan bir çocuğa 2 yaşına gelene kadar hiçbir müdahale yapılmazsa, "fırsat pencereleri" dönemi sona erdiğinden körlük baş gösteriyor.
Frontal korteks (kişilik ve duygularının oluşumunu sağlayan ve Romanyalı yetimlerde bozulmuş olarak bulunan bölüm), kendini 8 ayda düzenliyor. Çocuk, doğru bir yetiştirmeyle duygularını düzenlemeyi öğreniyor; insanların duygularını anlamaya başlıyor; diğer insanların da düşünen ve hisseden bireyler olduğunun farkına varıyor. Onları kollayacak ve sevecek yuvalar tarafından 8 aylık olmadan evlat edinilen yetimler, edilmeyenlere göre çok daha sağlıklı bir gelişim gösteriyorlar.

Soyut düşünce gibi beynin daha karmaşık işlevleri, çocukluğun ilerleyen dönemlerinde, 11-13 yaşlarında biçimlenmeye başlıyor. Bu nedenle, çocuk ruhsal sıkıntı içinde büyüse de, entelektüel gelişimi tamamlanabiliyor. Nitekim, yetimhanede büyümek zorunda kalan Romanyalı çocuklar üzerindeki araştırmada, duygusal açıdan olgunlaşamasalar da zekâ testlerinde normal sonuçlar verdikleri tespit edildi.

Perry, "Doğumdan sonraki ilk yılda şefkat ve sevgi görmeyen çocuklar, bilmeye ve kavramaya yönelik uyarıları büyüme çağında elde edebiliyorlar. Bu çocuklarda derin ilişki kurma sorunları yaşanıyor, ama genelde zekiler" diyor.
Londra, University College'ta psikolojik çözümleme konusunda uzman Prof. Dr. Peter Fonagy, çocuk ve ailesi arasındaki ilişkinin, beynin normal işlevlerini gerçekleştirmesinde hayati önem taşıdığını söylüyor.

Çocuğuyla oynayan ve konuşan anne, küçük çocuğun dikkatini dış ses bombardımanından başka bir yöne çekiyor. Bu iletişim, beyinde duyguların düzenlendiği bir bölümü (Cingulum gyrus) eğitiyor. Böylece çocuk, günden güne tepkilerin ve duyguların tutsağı olmadan görevlerini yerine getirebiliyor. Eğer hiç kimse çocukla düzenli olarak iletişim kurma zahmetine katlanmazsa, beynin bu bölümü az gelişmiş olarak kalıyor.

Beynin, "normal" duygusal düzenlemeyle ilgili bölümleri, ihmal edilmiş çocuklarda uyarılma düzeyinin altında kalıyor; strese bağlı alanlar ise, çok fazla uyarılıyor. Olumlu ilişkiler, beyinde sağlıklı sosyal davranışları yanıtlayan alıcıların sayısını artırırken, olumsuz ilişkiler, stresle ilgili olanları artırıyor. Bu da, çocuğun strese karşı aşırı duyarlı olmasına yol açıyor. Bir tehdit altında harekete geçen "savaş ya da kaç" tepkisi, bu tür ihmal edilmiş çocuklarda sürekli etkinliğini koruyor.

Beyin de gelişimini bu yönde tamamlıyor. Perry, durumu şöyle açıklıyor: "Karmaşanın ortasında yetişen veya düzensiz bir dünyada büyüyen bir çocuk, kendisini çevresine adapte ediyor. Sürekli tetikte durma eğilimi gösteriyor ve vücut, hep strese karşı tepki konumunda kalıyor. Travmatik stresle karşı karşıya kalan çocukta, sinir sistemi de bu olguya bağlı olarak düzenleniyor."
Söz konusu çocuklar, zamanlarının büyük çoğunluğunu düşük seviyeli korku aşamasında geçiriyorlar. Bu durum, kasların gerilmesine, derin uyku ve kalp-damar sistemi bozukluklarına yol açıyor. Konuşmak yerine, sözlü olmayan işaretlere odaklanıyorlar. Bu da, öğren
me yeteneklerinin eksikliği gibi yanlış değerlendirmelere neden olabiliyor.

Londra'daki Travmatik Stres Kliniği'nin kurucularından, çocuk psikiyatrı Dr. Dora Black, "Bu aşırı uyanıklık ve tetikte olma hali, o kadar tahammül edilemez oluyor ki, çocuklar kaçmak için alkole ya da uyuşturucuya başvuruyor" diyor.


Ancak, çocukluktaki stres ve travmanın yol açtığı hasara rağmen, birçok bilim adamı doğru müdahalenin olumlu sonuçlar vereceği konusunda iyimser. Çünkü korteks (yüksek düzeyli beyin işlevlerinden sorumlu gri madde), farklı uyarımlara tepki vermek konusunda değişken ve esnek yapıya sahip. "İyileşmenin ya da kavramaya ait duyuların ve sosyal becerilerin normal ifade edilebilmesi için, ihmal edilme süresi çok önemli" diyor Dr. Perry.
Peter Fonagy de, erken çocukluk döneminde oluşan hasarın tersine döndürülebilmesi için, çocuğun 8 yaşından büyük olmaması gerektiğini ileri sürüyor. Fonagy, çocuğu küçük yaşta "zehirli çevre"den uzaklaştırmanın ve tedavi edici yardımın oldukça fazla ilerleme sağlayabileceğini savunuyor. Travma geçirmiş çok sayıda çocukla ilgilenen Dr. Black de umut veriyor ve "Beyin çok güçlü bir yapıya sahip. Belirli bir süre yanlış gelişme göstermiş olsa da, yeni düzenlemelere açık yedek kapasiteye sahip" diyor. Örneğin Dr. Dora Black, beynin sol yarımküresinde konuşma alanını etkileyebilecek bir travmanın verdiği zararın, çocuğa uygulanacak klinik yardımlarla iyileşebileceğini belirtiyor.


Dr. Black'in birçok hastası, deneyimlerini tanımlayabilecek doğru kelimeleri bulamıyor. Bu nedenle, o da hastalarını, duygularını sözlü olmayan yollarla tanımlamaları için teşvik ediyor. Örneğin, "Kendini yardıma muhtaç hissediyor musun?" gibi sorularla, çocuğun içinde bulunduğu ruh halini başıyla onaylamasını sağlıyor. Diğer terapistler gibi Dr. Black de, önlem almanın tedavi etmeye göre daha iyi olduğuna inanıyor ve çocukların üzüntü verici olayları görmekten korunması gerektiğini savunuyor.

Dr. Black "11 Eylül saldırısı gibi olaylardan sonra ailelere tavsiyem, küçük çocukların, üst üste yayınlanan görüntüleri seyretmelerine izin vermemeleri... Çocuklar felaket bölgesinden uzaklaştırmalı ve televizyondaki zararlı yayınları seyretmelerine engel olunmalı. Eski kural burada da geçerli; önce çocukların ve kadınların bu tür olaylardan uzaklaştırılmaları gerekli. Çünkü en çok onlar etkileniyorlar. Bu nedenle, çocuklar hızlıca uzaklaştırılmalı, bildikleri ve güvendikleri birisinin onlara eşlik etmesi sağlanmalı..."

Dr. Perry de aynı fikirde. "Çocuk karmaşayla dolu bir çevrede uzun süre tutulursa, sorunlara daha fazla şiddetle yaklaşıyor, duygusal ve davranışsal sorunlarına müdahale edilmesine de daha fazla dirençli oluyor. Birçoğu, eğer sevgiye, ilgiye ve hizmetlere ulaşabilirse, pek çok alanda normal değerlere sahip olabilir. Ama, eski durumlarına geri döneceklerinden kuşkuluyum. Diğer çocukların gelişimine izin vermek için zamana, desteğe ve kaynaklara, hassas çalışmalara ihtiyaç var."

Profesör Fonagy, toplumun bu konuda ciddi önlemler alması gerektiğini vurguluyor. Beynin ön bölümleri ve davranış sorunları arasındaki bağıntının artık kesinleştiğini söylüyor ve devam ediyor: "Artık, katillerin beyinlerinin ön kısmında ciddi hasarlar olduğuna inanıyoruz."

Dr. Perry, 15 yaşındaki bir çocuğun olayından bahsediyor. Bir arkadaşını boğan ve sonra başından vuran bir çocuğun öyküsünden. Bu katil çocuk, ayakkabılarında kan olduğu için yakalanmış. Ve pişman olup olmadığı sorulduğunda da şöyle cevap vermiş: "Ayakkabılarımı temizlemeliydim..."
Perry için bu, zeki ama duygusal çöküntü yaşayan birinin davranışı: "15 yaşındaki bu çocuk, küçükken ihmal edilmiş ve gururu kırılmış. Beyninin, diğer insanlarla iletişim kurmaya izin veren ve hislerini yönlendiren bölümü gelişememiş. Geri zekâlı bir çocuğun soyut düşünceleri kavramaya yönelik kapasitesi olmaması gibi, bu genç katil de, diğer insanlarla sağlıklı bir ilişki kuracak kapasiteye sahip değil..."

Erken tedavi de, yoksunluklarla büyüdüğü için sağlıksız bir bireye dönüşecek çocuğu, karanlık bir gelecekten korumanın en etkili yollarından. Ayrıca, ihmal ve sevgisizlikle büyüyen yetişkinler, kendi çocuklarına da böyle davranma eğilimi gösteriyorlar. Fonagy, çocukluğunda stres yaşayan her üç kişiden birinin, sorunlarını çocuklarına geçirdiklerini, ama bir gerçeğin gözden kaçırılmaması gerektiğine işaret ediyor: "Yetersiz bir çocukluk dönemi, her zaman kişinin yetersiz bir ebeveyn olacağına gösterge değildir..."

Profesör Fonagy, hükümetlerin, ihmal edilen çocukluk dönemi sorunları için bir girişimde bulunması gerektiğini söylüyor. Önümüzdeki yıllarda nöro-psikoloji ve çocukluk dönemi stresi alanlarında ilerleme olasılığı gözüküyor. Bu konuda Türkiye'de de araştırmalar yapılsa da, çocuk psikiyatrisi konusunda araştırmalar yeni hız kazandı. Aile içi şiddete maruz kalan, deprem yaşayan çocukların psikolojik sağaltımları İstanbul Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi'nde açılan kliniklerde sağlanmaya çalışılıyor.

Dünyadaki teknikler ise, ülkemizden bir hayli ileride. Gelişmiş beyin tarama teknikleriyle, beynin hasarlı bölgeleri doğrudan tespit edilip, uygun tedaviler uygulanıyor. Maalesef, Filistin'de, Yugoslavya'da, Liberya'da ve dünyanın dört bir yanında şiddetle büyüyen çocuklar, bize acı bir gerçeği gösteriyor: Fiziksel dünyamız için çok başarılar elde ettik, ama zihinsel dünyamız için değil...


*Araştırma: Focus Dergisi    

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Fikrinizi paylaşın