Psikolog/ Yazar Peter Levine “Organizmaya fazla yük bindiren
her şey travmadır.” Der. Yunanca “yara” anlamına gelen travma; psikolojide
yaşamı tehdit eden durumlarda ya da şiddetli stres durumlarında ruhun aldığı
darbeler olarak düşünülebilir.
Yakın bir zamana kadar pek bilinmeyen ve psikologlar
tarafından da çerçevesi “kendisinin ya da bir yakınının yaşam tehdidine
uğraması ya da buna uğradığına şahit olunması” şeklinde çizilse de günümüzde
ebeveynlerin çocuklarına çizdiği pembe dünya resminde travmanın kapsamı da oldukça
genişledi. Artık dilimize iyice yerleşen ve ebeveynler için neredeyse fobi
haline gelen bu “travma” kavramından çocuklarımızı nasıl koruyabileceğimiz,
nelerin travma sayılıp sayılmadığı, toplumsal travmaların çocuklarla konuşulup
konuşulmaması üzerine yazılıp çizilenler bir yana, ben hem kendim için hem de
çocuklarım için daha farklı bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyorum.
Bakış açısı, travmaları atlatabilmek için önemli çünkü.
Örneğin; ebeveynlerin travmatik olduğunu düşünerek çocuklarına izletmekten kaçındığı
Kayıp Balık Nemo filmini izleyen aynı yaştaki iki çocuktan biri, filmden sonra
balık yeme konusunda tepki göstermeye başlarken diğeri evde beslemek üzere balık
istemeye başlayabiliyor. Oğlum bu filmi izlerken deniz altına hayran kalıp
dalgıç olmaya karar vermişti mesela. Filmlerdeki dramatik sahnelerin her çocukta aynı travmayı
yaratmasının mümkün olmadığı gibi yaşamdaki olayların da her çocukta -ya da her
insanda- aynı etkiyi yaratması mümkün değil.
Fiziksel travmalar herkes için hemen hemen aynı olsa da
psikolojik travmaların boyutunun travmanın kendisi kadar nasıl
anlamlandırıldığıyla ilgili olduğu bilinen bir gerçek. Ben de bakış açımı bu
gerçek üzerine inşa etmeye çalışıyorum.
Travma denen etkilenişin bazı aşamaları var.
Şok aşaması yani travmayı yaşadığın an, bilinçsiz tepkilerinin esiri olmaya açık oluyorsun. İlk tepki aşaması genellikle kaygı ve korku ile verilmiş, görevi yaşamın devamlılığını sağlamak olan amigdalanın kontrolündeki tepkiler oluyor. Çünkü insanın en temel ihtiyaçlarından biri güvende olduğunu hissetmek. Şok aşamasında yapılanlar da genellikle bu “güvende olma” duygusuna gelen darbe sonucunda, tekrar güvenli alana çekilme çabasını içeriyor. İnkar etmek gibi bir savunma geliştirmek ya da olanla savaşmaya çalışmak (savaş ya da kaç) şok aşamasında verilebilen bilinçsiz tepkiler. Bu tepkiler tamamen içgüdüsel olarak verildiği için bunlara müdahale edebilmek pek kolay değil.
Travma sonrasında ise kişinin olaya nasıl baktığına bağlı
olarak kaybediş ya da kazanım ortaya çıkıyor. Yani ruhsal olarak ya ölüyor ya
güçleniyorsun. Benim kendim için ve çocuklarım için geliştirmeye çalıştığım
kısım da tam olarak bu.
Travma üzerine çalışan iki psikolog olan Richard G. Tedeschi
ve Lawrence G. Calhoun, bireylerin travma sonrası yaşamlarında anlamlı ve
geliştirici kazanımları olabileceğini ortaya koyarak bunun kişiler arasındaki
ilişkilerde, kendilik algısında, yaşama bakışta, inanç sisteminde ya da yeni
seçeneklerin fark edilmesinde olumlu değişikliklere yol açabileceğini söylüyor.
Yaşamda kalmayı başarabilenlerin yaşamın değerini anlamaları
ve kendilerine yönelmelerinin nedeni sanırım tam olarak bu. Ya da yaşadığı
travmaya saplanıp kalıyor ve travma onlar için bir kaybedişe dönüşüyor.
Dünyanın en travmatik yaşam hikayelerinden birine sahip
Frida Kahlo “Nasıl olsa umutsuz olacaksam, hiç olmazsa üretken olmalıyım”
Derken bunu kastetmiş olabilir mi? Yaşam hikayesindeki dramı bir simyacı gibi
işleyerek kalıcı ve ilham veren bir hikâyeye dönüştürebilen milyonlarca insan,
travmanın güçlendiren yanını görmüş olabilirler mi?Birilerinin yapabilmiş olması bizlere bunun yapılabiliyor
oluşuna dair ilham vermeyecekse, ne verecek bu ilhamı?
İstiridyenin hikayesini bilir misiniz? Ben de çok yeni öğrendim. İstridye, içine kaçan kum tanesinden o kadar rahatsız olurmuş ki, kendisini rahatsız etmemesi için onu özel bir sıvıyla kaplarmış. Ve sonunda o kum tanesi onu hiç rahatsız etmeyen bir inci tanesine dönüşürmüş. Bizim için de böyle olabilir. Ne yaşadığımız değil, nasıl başa çıktığımız önemli. Onu bizi rahatsız etmeyen bir hale nasıl getirebiliriz bunun yollarını bulmalıyız belki.
Belki dönüştürmeyi öğrenmeliyiz.
Ve çocuklar bunların hepsini bizden öğreniyorlar.