“Meydan Okuyan Çocuk” 1998 yılında Özgür Yayıncılık tarafından basılmış. Basıldığı dönemin de etkisinden olsa gerek dili biraz ağır. Günümüzde kullandığımız akıcı Türkçeden uzak, okumayı zorlaştıran bir dili var. Buna rağmen içeriği göz önüne alındığında, uzun da sürse, biraz zorlasa da okunması gereken bir kitap olarak listenize ekleyebilirsiniz.
Kitabı fuarda sahaflara ayırılan bölümden, üzerinde yazan “Beş
tip güç çocuğu anlama, yetiştirme ve onlardan hoşlanma” ibaresinin ilgimi
çekmesi sonucu aldım. Yoksa öncesinde yazarı olan Stanley İ. Greenspan’ı
duymuşluğum bile yoktu – ki bence daha önce duymalıymışım. Türkçeye çevirilen
kitaplarını araştırıp okunacaklar listeme ekledim kitabı bitirdikten sonra.
Kitapta genel hatlarıyla bahsedilen “Beş Güç Çocuk Tipi”; Aşırı
duyarlı çocuk, İçe dönük çocuk, Asi, meydan okuyan çocuk, Dikkatsiz, dikkati
dağınık çocuk, Aktif, agresif çocuk şeklinde kategorize edilmiş. Çocukların bu
şekilde davranmalarının nedenleri (duygusal olarak ilişkilendirilmek
suretiyle), ailelerin bu tip çocuklara nasıl yaklaşması gerektiği ve
çocuğunuzun kişilik tipini nasıl tanımlayacağınıza dair bilgiler verilmiş.
Kitabın beni etkilemesinin sebebi sanıyorum ki; sorun çözmek için kurgulanmış
yaklaşım şekillerinde duyguların ve duyguları ifade etmenin öneminin sıkça ve
detaylıca vurgulanmış olması. Özellikle iki örnekte verilen, çocuğa duyguları
renklerle ve şekillerle tanıtma ve anlattırma çalışması beni çok etkiledi. Çocukların
davranışlarının altında mutlaka bir duygu yattığına inanan ben, tabii ki bu tür
bir kitaptan bu derecede etkilenecektim.
Kitapta sıkça “Çocuğunuz bunları bilerek ya da bir amaç
uğruna (şımarmak, sizi sinirlendirmek, ilginizi çekmek gibi bir amaç) yapmıyor”
vurgusu yapılmış. Bunu ona yaptıran “duyguları”. Dürtü kontrolü henüz
sağlanmadığı için ya da sınırlarını dürtülerini kontrol etmesi gerekecek kadar
net çizemediğiniz için bu davranışlar. (Dolayısıyla yine aynı noktaya
geliyoruz; davranışın düzeltilmesi için altında yatan nedenin düzeltilmesi
gerekir.)
Örneğin huzursuz bir bebeğin aşırı duyarlı bir çocuk olma
ihtimali ve o anda sizin hiç farkında olmadığınız bir ses, bir koku,
giysisindeki bir etiket ya da yalnızca ilk kez giymiş olduğu tulumun kumaşının
sert gelmesi nedeniyle huzursuz oluyor olabileceği gibi bir ihtimal daha önce
aklınıza gelmiş miydi bilmiyorum. Aşırı duyarlı çocukların algıları normal
insanlardan daha açık olduğundan bir ya da birkaç duyu hassasiyeti nedeniyle
zor bir yaşam sürüyor olabiliyorlarmış. Ya da asi çocuğunuzun davranışlarının
altında şiddetli bir korku yatıyor olabilirmiş. Genellikle saldırgan insanların
başkalarını kendilerinden uzak tutmaya çalışarak kendilerini incinmekten
koruduklarından bahsedilir. Kitapta da buna vurgu yapılmış.
Çözüm yolu olarak sunulan “Floor Time” basitçe
uygulanabilecek ve çok etkili bir yöntem. Her gün yirmi dakikanızı ayırarak
çocuğunuzun yanında oturup onunla oyun oynuyor, resim çiziyor, sohbet
ediyorsunuz. Bu sohbetin sorgulamaya dönüşmemesine dikkat etmek ve konuşmayı
çocuğun yönlendirmesine bırakmak önemli. Bu esnada başka bir şey tarafından
bölünmemeye dikkat etmeniz ve zamanınızı, ilginizi tamamen çocuğunuza
yöneltmeniz de. Kitapta özellikle vurgusu yapıldığı için yazmak istiyorum ki bu
esnada “zihniniz de” çocuğunuzun yanında olmalı. Yarınki toplantınızı, birazdan
yapmak zorunda kalacağınız yemeği yirmi dakikalığına kafanızdan atmanız gerekiyor.
Tamamen çocuğunuzu izliyor, dinliyor ve görüyor olmalısınız. Kurgulanmış bir
oyun olmamalı. Tamamen çocuğun kontrolünde ve doğal zamanı içinde gidip yanına
oturup onunla bir sohbet başlatarak dahil olmalısınız.
Floor Time’ın özellikle agresif çocuklarda nasıl işe
yaradığını (kendi danışanları üzerinden örnekleriyle anlatmış Greenspan)
gördüğünüzde inanamayabilirsiniz. Agresif çocuk örneğindeki Scott’un hikayesini
ve çözülüşünü okurken çok etkilendim ben mesela. Scott’un kendini fiziksel ve
ruhsal olarak korumaya çalışırken kendisi bile farkına varmadan nasıl bir “bela
çocuk” a dönüştüğünü görmek, bu kavgacı, asabi minik ergenlere bakışınızı
tamamen değiştirecek. Bu nedenle dilerdim ki bu kitabı tüm öğretmenler okusun.
Aynı şey dikkati dağınık çocuklar için de geçerli tabii. Altında yatan “o an
orada bulunmamak” isteği ile kendilerini çevrelerinden nasıl soyutlamayı
başarabildiklerini görünce onlar için üzüleceksiniz bile, bırakın sinirlenmeyi.
Diğer çözüm yolları olan Problem çözme zamanı, Empati, Küçük
Adımlarla ilerleme ve Sınır Koyma için küçük tanımlar yapmakla yetinmek
durumunda kalacağım, kitap her çocuk tipi için her çözüm yolunu en baştan
detaylıca anlatıyor ancak benim bu yazıda bunu yapabilme imkanım yok zira
öncelikle çocuğunuzun kişilik tipini nasıl anlayabileceğinizden başlayan bir
temel gerektiriyor.
Bu nedenle Problem çözme zamanı derken neden bahsettiğini
kabaca anlatmakla yetineceğim. Problem çözme zamanı da biraz Floor Time’a
benziyor. Her gün çocukla 15-20 dakikalık soru-cevap şeklindeki bir sohbet
temeline dayanıyor. Bunu yemek esnasında, arabada bir yere giderken ya da
yatmadan önce sohbet ederken uygulayabilirsiniz.
“Okuldan yeni dönen bir çocuğa “günün nasıldı?” diye
sorabilirsiniz. O sizin sorunuzu duymazlıktan gelerek televizyona dönebilir. “Hey,
sanırım senin kulakların yemekte verilen hamburgerler ile dolmuş, okul nasıldı?”
diye şaka yapabilirsiniz. ………. Gülünç ya da eğlenceli olmaktan çekinmeyin.
Fakat sabırsız, kızgın ya da alaycı olmaktan kaçının. İşte birçok ebeveyn bu
sabırsızlık, hiddet, çaresizlik, yetersizlik hislerinden kaçınmak için
çocuklarıyla minimum bir konuşma paternini (örnek, şekil) kabul ederler.
-Bugun okulda ne yaptınız?
- Hiç
- Peki bu yaptığınız “hiç”i hikaye zamanında mı yaptınız?
Genellikle siz Çarşamba günü hikaye okursunuz.
- Baykuş yeşil kayığın içindeydi.
- Baykuş hakkında bir hikaye mi okudunuz?
- kedi bütün balı yedi.
- Hikayede bir de kedi mi vardı?
- Evet, bir de kedi vardı. O sadece kayıkta oturuyordu.
- Bugün hikaye saatinde “Baykuş ile Sevimli Kedi”yi okumuş
olabilir misiniz?
- Evet, hikayede ne oluyordu biliyor musun………………………………………………..(Başlangıçta
saçma sapan cevaplar veren çocuk, farkına varmadan sohbetin içine çekilmiş
oldu. İlk günlerde çocuklar konuşmaya girmekte zorlanabilir ya da direnebilir.
Sonrasında açılacaklardır.)
Empati; Çocuğun duygularını farkına varıp ona sözlere
dökülmüş halde sunma esasına dayanan bildiğimiz “Fast Food Kuralı”nın aynı
şekilde fakat farklı bir isimle işlemiş hali. Örneğin “beni yalnız bırak” diye
terslenen çocuğunuzu “şu anda bana kızgın mısın?” şeklinde duygularını açıklamaya
teşvik etmek gibi… Her zaman işleyen, çocuğun sakinleştiği ve ebeveyne
yaklaştığı bir yöntemdir. Aslında ortada bir sorun olsun ya da olmasın ebeveyn
çocuk ilişkisinde -ya da her türlü ilişkide- etkili olabilen bir iletişim
yöntemidir. Karşındakini doğru anladığından emin olmak ve karşındakinin
anlaşıldığından emin olması esasına dayanan bu yöntemin iletişime nasıl katkı
sağlayabileceği ortada.
Küçük Adımlarla İlerleme; Bildiğimiz üzere çocuklar hızlı ve
ani değişimlerden hoşlanmazlar. Bu nedenle çocukla ilgili her konuda adımları
küçük atmak iyidir. Çocukla iletişime geçerken, ona bir davranışı öğretirken,
ya da öğrendiği bir davranış paterninden vazgeçirmeye çalışırken… Başka bir
kitapta, bir çocuk psikoloğunun çocuklarla iletişime geçme yöntemi olarak,
onlara uzak bir noktada oturup eline aldığı bir oyuncakla kendi kendine
konuşarak çocuğun dikkatini çekme ve sohbete dahil etme yöntemini okumuş ve çok
beğenmiştim. Özellikle benim küçük kızım gibi zor iletişime geçen çocuklarla
hızlı iletişime geçmeye çalışmak onların daha fazla ürkmesine ve içine
kapanmasına neden olabiliyor. Çocuğa kendini güvende hissetme zamanı bırakmak,
küçük adımlarla ilerleyerek tehlikede olmadığını hissettirmek iletişim ve
değişimlerde önemli bir nokta gerçekten.
Sınır Koyma; Çocukların kendisini güvende hissetmesi için
sınırlara ihtiyacı olduğu artık herkesçe bilinen bir gerçek. Sınır koymanın
inceliklerini pek çok ebeveyn kitabında bulabilirsiniz. Bu kitapta da “güç
kişilik tipi” olarak belirlenen, bu beş farklı çocuk tipi için detaylıca anlatılmış.
Israrla üzerinde durulan konu ise sınır koyarken sınırların kesin ama
ebeveynlerin yumuşak olmaları.
Kitabı duyguların davranışlar üzerindeki etkisini net ortaya
koyabilen bir kaynak olarak çok beğendim ama sanırım işin içine beynin nelerden
nasıl etkilendiği ve bu duyguların nasıl ortaya çıktığına dair de biraz bilgi
içersin. Özellikle kitabın sonunda besin ve toksik maddelerden etkilenme
kısmında bunu çok aradı gözlerim. Kitapta davranışların duygulara
bağdaştırıldığı bölümlerde; aşağıda paylaştığım videodaki bilgileri örtüştürmeye
çalışıp durduğumdan, videoyu da bu kitapla ilgili yazının altına eklemek
istedim.
Bir davranış asla kendi başına bir davranış değildir çünkü.
Bunu artık biliyoruz.
Videoyu izleyebilecek ortamda olmayanlar için kısaca Dr. Amen beynimizin bir bölgesinin az ya da çok çalışıyor olmasının davranışlarımız üzerinde etkili olduğundan bahsediyor. Örneğin Prefrontal Kortekste oluşabilecek bir tahribat ya da aşırı çalışma; odaklanmamızı, muhakeme yeteneğimizi, dürtü kontrolümüzü, empati yeteneğini etkiler,Singulat Gyrus seratonin eksikliğine bağlı olarak çok çalışmaya başlarsa kaygılı ve saplantılı oluruz. Sürekli olumsuz ve kavgacı bir tutum sahibi olan insanlarda olan bu olabilir vs.
-Yaptığımız her şey beynimizle ilgilidir. Nasıl düşündüğümüz, nasıl davrandığımız, nasıl hissettiğimiz, diğer insanlarla nasıl geçindiğimiz.... Beyin kişiliğin, karakterin, zekanın ve ruhun organıdır.
- Beyniniz doğru çalışıyorsa siz de doğru çalışırsınız. Beyniniz sağlıklı ise odaklanma, mutluluk, rahatlama, sevgi dolu olma, etkili bir insan olma eğiliminde olursunuz.
-İnsan beyni evrendeki en karmaşık şeydir.
- Beyin bir jöle kıvamındadır. Buna rağmen pek çok şey ona zarar verir; uyuşturucu, alkol, toksik dumanlar, egzersiz eksikliği, uykusuzluk, kronik stres, sigara, kafein, negatif düşünceler....
- Beyin geliştirilebilir bir organdır.